Yine ve yeni bir seçim süreci daha başladı ülkemizde. Vaadler, öğütler, söylemler, projeler derken her gün yeni bir anketle karşımıza çıkıyor güzel ülkemin değişmeyen siyasi kültürü. Dedik ya güzel ülkem diye; acaba kişiler gerçekten ülkemizin ve gençlerimizin geleceğini düşündükleri için mi bu milletvekilliği görevine talip oluyorlar yoksa farkında olmadan, kendilerine erişilmez bir yapı oluşturmak için mi bu kadar istekli davranıyorlar? Malum bildiğiniz üzere 12 Haziran 2011’de Türkiye yine bir genel seçim günü geçirecek. Bu seçim de şüphesiz yine farklı oy oranlarına gebe olacak ancak ne yazık ki değişim sadece bu basit niceliksel ifade ile sınırlı kalacak. Uzun uzadıya düşünmeye gerek yok aslında, herşey ortada:
Ülkemizin siyasi kültürü ya da tarihi en şiddetlisinden en modernine kadar darbeler, terör veya anarşist eylemler gibi çatışmalar, cinayetler (faili meçhul ya da ilginç kazalar), ve oyların yok olduğu yahut çalındığı seçimler ile doludur. Baktığımız zaman hepsi farklı kavramlarmış gibi görünse de aslında tamamı iktidar olma mücadelesinin temel taşlarıdır. Bu haliyle politik tarihimiz, “mahzen” tanımına en net şekilde uymaktadır. Güç mücadelesi, galip gelme uğruna kendince mükemmel ama ne yazık ki aslen tam olmayan yapısını tastamam bir şekilde muhafaza etmektedir. Bu durum doğal olarak kendi dünyasında yaşayan insanları, bu insanlara ait egoları, üslupları, kavgaları ve genel olarak sınırlandırılmış bir toplum yapısını doğurur. Haliyle sonuç her seçim döneminde siyasilerin üslupları arasındaki çirkinleşmeye çanak tutan insanları ortaya çıkartır. Zira herkes kendi ideolojisinin ya da partisinin ülke için en iyi seçim olduğuna inanır. Bu durum, insanları kendi dünyasında yaşamaya ve bu dünya içerisinde de at gözlüğüyle dolaşmaya götürür. Sanki bir yeraltı deposunda, mahzende yaşamak gibi! Bu kişiler zamanla grup olur, gruplar kitle oluşturur ve kitleler ise birbirlerine ve topluma kendi doğrularını enjekte etmeye çalışarak kargaşaya yani kaosa yol açarlar. Bu dönüşüm iktidar olma mücadelesi sırasında her seçim dönemi yaşanan bir döngüdür.
Kaos, ülkemizin pek de yabancı olduğu bir kavram ya da yukarıdaki manasıyla bir zaman dilimi olmasa gerek. Malum birçoğumuz iç siyasetimizin kaos halinde olduğuna defalarca şahit olmuşuzdur: 28 Şubat, e-muhtıra, ekonomik krizler vs. Bunlarla beraber gerek kitaplardan okuduğumuz gerek ise bizlerin şahit olmadığı ama ebeveyn tavsiyelerinden işittiğimiz bir çok konu da vardır. Gerçekten hiç düşündünüz mü neden hep bir kargaşa var diye? Ve yahut neden milletin temsilcisi olduğunu, olacağını iddia eden insanların bu karmaşaya bir dur demediklerini? Ülke menfaatleri ya da özgürlükler üzerine mi susuyorlar yoksa şahsi, partisel çıkarlar için mi yangına körükle gidiyorlar? Bir taraftan, mahkeme kapılarını aşındıran ve matematiksel denklemler yapıp polis tokatlayan muhalefetle mi yoksa iktidar partisinde olan ya da olacak olan ve iktidar olmanın gücünden nemalanmaya çalışan kötü niyetli ve çıkarcı insanlarla mı bu kaosa dur denilecek? Sözümüz meclisten dışarı elbet ve tabi ki on parmağın onu da bir değil lâkin milletin vekili olmayı; sağda solda bağırarak, hakaret ederek ,vekilliği emeklilik yeri görerek hareket edenler ve kendi ideolojisini tüm millete mal etmeye çalışan zihniyetler ancak kısır döngülerin dışa vurumları olabilirler. Amaç, kaosu sürdürmek için söylem ve eylem ile propaganda yapmaktır.
Propaganda denilince hele de işin ucunda seçim propagandası olunca sanırım herkes eski reis-i Cumhurumuz ve bir dönemki başbakanımız Sn. Süleyman Demirel’in “Onlar ne veriyorsa ben iki katını veriyorum” söylemini unutmaz. Malum her seçim dönemi karşılaştığımız vaadler; kendi ideolojisini tanıtmaya, yaymaya çalışan siyasilerin ve partilerinin propagandalarına dönüşürler. Mesele propaganda yapmak değil; mesele bunu kişilere, kitlelere ya da daha geniş kapsamlı olarak tüm halka benimsetmeye çalışmaktır. Yalanla, iftirayla, açıkça ve hiddetle! Çünkü seçim ancak bu şekilde kazanılır. İşin ucunda bir yarış ve rekabet olunca, başarı için her yol mübahtır mantığı zamanla bir davranış haline gelir. Üslup bozulur, tavırlar sertleşir ve bir de bakmışsınız çocuklarımızın, gençlerimizin geleceklerini hazırlayacağını söyleyen insanlar, birbirlerine hakaret üzerine hakaret yağdırıyor. Düşünebiliryor musunuz? Örnek olmaları gereken çocukların gözleri önünde; belki de onların bugüne kadar hiç duymadıkları sözleri sırf kitleleri etkilemek ve kendi ideolojilerini benimsetmek için hem de işin içine yalan da katarak birden söyleyiveriyorlar. Neden? Çünkü propanganda yapıyorlar! Neden? Çünkü seçimleri ancak bu yolla kazanacaklarına inanıyorlar.
Sonuç olarak, baştada söylediğim gibi güzel ülkemin değişmeyen siyasi kültürünün değişmesi, artık siyasetin gerçekten temiz bir üslup kazanması, her seçim döneminde sokakların siyasi parti bayrağı çöplüklerine dönmemesi ve bu yanlışları görüp aynılarını yapmayacak olan genç, dürüst ve fikirlere saygılı kişilerin siyaset arenasında boy göstermesi gerekmektedir. Bunun için de okuyan, çalışan ve dünyaya gelmenin hüner olmadığını gösterecek kişilere ihtiyaç vardır. Çünkü değişim ancak insanın kendisiyle başlar. Kişi grup olur, grup kitleye dönüşür ve kitleler ise bir araya gelerek toplumu oluşturur.