Ulus Devlet ve Çanakkale Zaferi


Birinci dünya savaşının Türkiye açısından en önemli cephelerinden biri de Çanakkale cephesi. Her ne kadar resmi tarih tezine göre Almanlar yenildiği için, gerçekte ise diğer bütün cephelerde kaybettiğimiz için 1. dünya savaşı aleyhimize sonuçlansa da, Çanakkale cephesi Büyük Britanya ve müttefikleri için maç sayısı anlamına geliyordu. İki taraftan da sıkıştırılmış hasta adama son darbe de vurulacak ve daha son raunda gelmeden nakavt edilecekti. Öyle olmadı. Yenildik mi? Yenildik. Ama maç uzatmalara gitti.

İmparatorluktan ulus devlet devşirmek o kadar kolay olmadı. Netice itibariyle 1920 lerde yaşayan insanlar buna pek alışkın değildi. Onların insan ve mekan algıları daha genişti. En basitinden; Suriye, Irak ve Filistin artık kendi ülkeleri değildi. Kutsal topraklar “gavur”ların elindeydi. Orda yaşayan halklar da artık “başkaları” olmuştu. Yenik, ezik ve her alanda kaybetmiş bir milleti devralıyordu ulus devlet.

Her yeni rejim önceki mutlaka kötüler. Bu iki açıdan da rasyoneldir. Birincisi, zaten yeni gelenler eski rejimin kötü olduğuna inandıkları için onu devirmişlerdir. İkincisi ise halkı yeni rejimin iyiliğine inandırmanın en iyi yolu eski rejimin kötü olduğuna ikna etmektir. Ulus devlet de bunu yaptı. Ama bunu yaparken bir şeyin eksik kaldığının farkındaydı: Kahramanlık hikayeleri.

Bir halkı diri tutmanın en iyi yoludur kahramanlık hikayeleri. Hele ki yenilmiş bir halkı. Ulus devlet, bu eksikliği gidermek için zor ama köklü bir yol tuttu: tarihi yeniden yazmak. Anadolu gibi köklü medeniyetlere ev sahipliği yapmış bir toprak parçasının üstüne kurulan bir devlet için bu o kadar da zor olmasa gerekti. Yazının mucidi Sümerler ve tarihte bilinen ilk yazılı barış anlaşmasının taraflarından biri olan Hititler, şanlı Türk milletinin ataları olmak için adeta biçilmiş kaftandı. Sonra birden Ortaasyadan çıkagelen Türkler Anadolu’yu Bizans’ın elinden kurtarıyordu. O arada ne oluyor ne bitiyordu kimsenin haberi yoktu. Ne ara gitmişler ne ara gelmişlerdi.  Sonra… Ne hakla gelmişlerdi? Destanlar, sözler, sözcükler devşirildi.

Yakın tarih adına ise ulus devletin elinde sadece iki arguman vardı. Savaşın Çanakkale cephesi ve kontrolü askerler tarafından sağlanan, savaş sonrası Anadolu’da başlayan örgütlü sivil direniş. Kurtuluş savaşı olarak adlandırılan bu direniş hareketinden zaferle sonuçlanan başka savaşlar da çıkarmayı bildi Ulus devlet. İki İnönü, bir Sakarya ve bir de Başkomutanlık.

Peki bu savaşlar niye yapılmıştı? Düşman ülke(leri)mizi niye işgal etmişti? Dedik ya… Çünkü biz yenik sayılmıştık. Ve zaten devrilmiş olan eski rejimin vatan haini temsilcileri de bu yenik sayılmayı hiç itirazsız kabul etmişti. Yenilmediğimize kanıt mı gerekliydi? İşte Çanakkale ordaydı. Koskoca bir dünya savaşının –belki de en önemli evet ama unutulmamalı- sadece bir cephesi başlı başına bir savaş, “Çanakkale Savaşı” olmuştu. Ve bu savaş, mutlaka, ulus devletin kurucunun marifetiyle kazanılmıştı. Milletimiz, Şanlı Türk Ulusu sayesinde kazanmıştı bu zaferi. Ulu Atatürk önderliğinde, sıfır kilometre bir tarih ve kanı kurumamış kahramanlıklarıyla yeni bir devlete, “Ulus Devlet”e hazırdık artık. Ya da en azından öyle olmalıydık.

Onlar, bir ümmetti, gelip geçtiler; onların kazandıkları kendilerinin, bizim kazandıklarımız bizimdir. Biz, onların yaptıklarından sorumlu olmadığımız gibi, yaptıklarıyla övünme hakkına da sahip değiliz. O gün Mustafa Kemal ve arkadaşlarının yaptıkları –dönemin şartlarıyla baktığımızda- belki de yapılması en gerekli olan şeydi. Yenik bir milleti ezik psikolojisinden kurtarmaya çalıştılar. Kapalı ama kendi kendine yeten,  bir ulus devlet yaratmanın derdine düştüler. Bir ulus ve bir ulus-devletin gerekliliğine inandılar. Bunun için ne yaptılarsa yaptılar. Ama bunu yaparken bir şeyi gözden kaçırdılar: o savaşları kazananların hiçbiri “Türk” değildi. Hepsi imparatorluğun vatandaşlarıydılar.

Kuru kuruya hamaset bugün hiçbir şey kazandırmaz. Unutmayalım; Tarih, bir tatmin aracı değil, olayların taraflı anlatımıdır.

Barışla kalın.

6 comments

  • “Tarih, bir tatmin aracı değil, olayların taraflı anlatımıdır.”
    çok iyi bir cümle ömer faruk. yazının en sloganik, sloganik olduğu kadar da merkezî cümlesi. bize tarih/destan budur diye verilen hapların künhü, muhakkak ki dediğin gibi bir tatminlikle açıklanamaz.

    p.s. böyle bir yazı beklemiyordum değil bilhassa ne zaman yazacak diyordum. güzel olmuş, eline sağlık.

  • Çok doğru ve güzel tesbitler. Anlatımda akıcı.
    Ancak o gün doğru olan kendine yeten kapalı toplum modeli , artık yetmiyor. Zaman yine o şanlı İmparatorluğun yolundan gidip, doğrularını ve yanlışlarını iyi tahlil ederek; Dünya devleti olma zamanı.!

  • Soyleyecegi olanin soyledigi budur bence. Tarihe hamaset ve kibir deposu olarak degil, bir ibret ve numune bankasi olarak bakmamiz gerektigini Sezai Karakoc’tan okumustum. Onunki kadar diri bir tezin var, kalemine saglik.

    Yalniz malzemeyi iyi kullanmamissin, uc yazi cikacak konuyu aceleye getirip bir yaziya doldurmussun.

    • fazla gaza gelmişim demek sayın editör. 🙂 sezai bey’e benzetilmek hoşuma gitti doğrusu. eyvallah. iş tarih gibi özel bir alana girince hata yapmam muhtemel bir alanın sınırlarını zorlamayıp bildiğim yoldan ilerlemek yerine söyleyeceğimi söyleyip gerisi tarihçi arkadaşlara bırakmayı tercih ettim. özellikle son iki paragrafla öncekiler arasında doldurulması gereken bariz bir alan var. atlamayı tercih ettiğim.

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s