Nostalji ve Realite
-Uluslar Arası Soruşturma 1-
Mısır, Suriye ve diğer Müslüman ülkelerdeki İhvan oluşumu gibi Müslüman hareketler, Osmanlı’daki Hilafet kurumunun ilgasından sonra doğmuştur. Yani tersinden okursak, eğer Osmanlı Hilafeti dursaydı, İslam ülkelerinde bu kadar hareketlilik olmayacaktı. Gidenle gelen kıyaslanmaz elbet. Ama kıymet bilmek için bazen kaybetmek de gerek.
Hilafet kurumu, tarih boyunca tartışılmış. Özü itibarıyla; Hz. Peygamber’den sonra onun siyasi, dini, hukuki, ilmi, iktisadi (vahiy hariç her) yönüne vekalet edecek kimse olarak kabul ediliyor.
Abbasiler döneminde (750-1258) Halifeye bir de vezir tayin ediliyor. İran devlet geleneğinden esinlenildiği söylenir.
Abbasilerin ilk asırları idare eder. Sonra devletin çok büyük olması, merkezi otoritenin yerel sıkıntılara gerekli müdahalelerde yetersiz kalması, yerel birimlerin kendi muhtariyetlerini ilan etmelerine yol açar. Dinen bir günah gibi görülür bu ilkin. Bu sebeple, bu ayrılığın sadece yerel idarede olduğu yoksa dini hususlarda halifeye bağlı olunduğunun özellikle altı çizilir. Sonraki zamanlar merkezi otorite iyice zayıflar, yerel otoriteler iyice palazlanır.
Büveyhilerin Bağdad’ı işgal etmeleri Hilafeti tehlikeye düşürür. Yerel otoritelerden Selçuklular (Türkler) imdada yetişir. Hilafetin onuru kurtarılır.
Sonra Mısır’da şii Fatimiler hilafet ilan ederler (909-1171). Uzunca ömürlü olur bu Hilafet. Sünni dünyanın tam orta yerinde bir bıçak gibi algılanır sünnilerce. Kuzey Afrika’nın Bağdad’la irtibatı kopma noktasına gelir.
Şii Fatimilerin faaliyetleri, aynı zamanda Endülüs’ün kültürel-ekonomik bir çok yönden hinterlandı bulunan bütün Kuzey Afrikayı ve Endülüs’ü etkilemeye başlayınca Endülüs Emiri III. Abdurrahman, sadece dünyevi otorite gibi görülen Emir’liğin yanına, dini bir cephe olarak bir de hilafet eklemeyi uygun görür. Muvaffak da olur. (929-1031.)
Önce Endülüs parçalanır. Sonra Fatimiler yıkılır, bir tek Abbasilere kalır hilafet sahnesinde.
Moğol İstilasında Hilafet merkezi Bağdad talan edilir. Halife el-Mustasım şehid edilir.
(Yine) Mısır’da Memlüklüler (Türkler) vardır. Memlük sultanının huzurunda kendinin Abbasi Hilafet ailesinden olduğunu ıspatlayan biri Halife olarak tayin edilir. (Duruma bakınız, artık Halifeyi yerel bir otorite tayin ediyor!) Bu şekildeki gölge halifelik dönemi Yavuz Sultan Selim Mısır’a girinceye kadar sürer. (1258-1517)
Sonra Yavuz Sultan Selim Mısır’a girince, Memlük Devleti yıkılır, Mısır Osmanlı’ya bağlanır. Hilafet de Abbasilerden Osmanlı’ya geçer. Kutsal Emanetler İstanbul’a taşınır. Osmanlılar döneminde, II. Abdülhamid dönemine kadar Hilafet, sadece bir unvan olarak kullanılır.
19. yüzyılda Batı Afrika’da bir hilafet hareketi daha vardır, pek bilinmeyen. Sokoto İslam Devleti, hilafetini ilan eder ve emperyalist güçlere uzun yıllar dayanır. Ama emperyalizm yine kazanır.
Asırlar 20.sini gösterdiğinde, saltanat kaldırılır, Osmanlı Devleti tarihe çekilir. Yaklaşık bir yıl sonra 3 Mart 1924’te Türkiye Büyük Millet Meclisi, Halifeliği de kaldırarak, şahs-ı mânevisine alır.
Ve Sonrası;
İngiliz ipiyle kuyuya inen Büyük Arap Devletinin Kralı Hüseyin; kendine va’d edildiği üzere Halifelik ünvanına taliptir. Kudüs’te toplanan İslam Alimleri Kral Hüseyin’in “Halife” ünvanını kullanmasına yeşil ışık yakmazlar!
Ve zaten İngilizler Suudilerle de anlaşmıştır. Uğruna Osmanlı’ya isyan ettiği dünyevi saltanat Kral Hüseyin’e yar olmaz. Suudiler kendi krallıklarını ilan ederler. Ve Büyük Arap devleti dağılır. (Bu günkü Suudi Arabistan, Irak, Suriye, Ürdün, Filistin ve İsrail sahası…)
1926 yılında Kahire’de Halifeliği ihya etmek için bir şura toplanır. Ama İslam ülkeleri darmadağındır. Toplantıya katılım istenen düzeyde olmaz. Ve hilafet kurumu sürüncemede kalır.
1945’te, İngilizlerin teşvikiyle Arap birliği kurulur. İkinci Dünya Savaşı yıllarında sömürgeciliğe karşı bir önlem olarak düşünülür. Bugün 22 üyesi bulunan bu yapı, Arap-İslam kimliği ile ön plandadır.
1969 yılında, İslam Konferansı Örgütü kurulur. Nüfusunun yarısından çoğu Müslüman olan ülkeler üyeliğe kabul edilecektir. Laik kimliğini dış politikada da korumak isteyen Türkiye uzun süre, birliğe ve faaliyetlerine mesafeli durur. 80’lere kadar Dış İşleri Bakanından öteye bir temsil teşebbüsü olmaz.
90’ların sonlarında Türkiye önderliğinde oluşturulan D-8 hareketi oluşturulur. Ancak üye ülkelerin iç sorunlarından ötürü beklenen neticeleri veremez.
2000’lere gelindiğinde Türkiye’nin yoğun gayretleri neticesinde İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreterliğine Prof. Dr. Ekmeleddin ihsanoğlu seçilir.
İslam Ülkeleri arasındaki ilişkiler ve yalnız Müslüman ülkelere mahsus bir takım uluslar arası kuruluşların bulunması, ümmet için bir fırsat olarak görülmeli. Henüz istenen olgunlukta olmasa da ilişkilerin kurulmuş olması önemli bir adım şüphesiz.
Gelelim sorumuza;
– Bir yerde İslam Birliğinden söz edebiliyorsak eğer, adını illa hilafet olarak koymak gerekir mi?