Kuran’ın anlattıklarından hareketle; Din – Devlet Ayrımı
-Siyasi Soruştuma 5 –
Muhammedî davetle Müslüman olanlar, kendilerine gönderilen elçi hem din işlerinde hem dünya işlerinde geniş yetkilerle donatılmış olduğu için, mükemmeliyeçti modeller üzerine odaklanıyorlar: “İdeal devlette din ve devlet bir olmalı; dinin reisi aynı zamanda dünyanın da reisi olmalı… vs.”
Oysaki daha önce gönderilen peygamberlerin, bir kaçı dışında, ekserisinde bu türden bir süper yetkilendirmeye pek rastlamıyoruz.
Önceki Nebiler döneminde, din-devlet ilişkileri şu şekilde özetle:
Hz. İbrahim; kurulu düzene karşı çıkan bir konumda: bugünkü tabirle “köktenci”. Apaçık devlet reisinin/devletin karşısında duruyor, meydan okuyor.
Tarihi seyirdeki sırada Hz. Yusuf var. Firavun devletinde bugünkü tabirle başbakan konumunda. Firavun, Hz. Yusuf’un yetkilerini geniş tutmuş. O da istediği adalet-İslam düzenini sağlamış.
Daha sonraki dönemde Hz. Musa ve Hz. Harun geliyor. Yer yine Mısır. Bu defa konumlar değişmiş. Hz. Musa saray terbiyesi/devlet terbiyesi görmüş, “elit” biri. Ama Allah’tan ona verilen görev icabı devlet düzeninin karşısına geçiyor. Sivil bir direniş var içten içe, onun başına geçiyor… Sonra Mısır’ı terk ediyorlar.
Mısır’dan çıktıktan bir müddet sonra bir savaş durumu oluyor, İsrailoğulları savaşmayı reddediyor. Ve uzun seneler devletten mahrum kalıyorlar. Hz. Musa bugünkü tabirle bir toplum lideri, kanaat önderi konumunu devam ettiriyor.
***
Hz. Musa sonrası dönemde; İsrailoğullarından bazı kimseler peygamberlerine gelerek diyorlar ki: “Allah’a dua et bize bir kral göndersin.” Talebe dikkat edilirse başka bir kral istiyorlar. Peygamberlerine “gel sen bize kral ol” demiyorlar. İşin ilginç yanı Allah’ın (c.c.) da görevlendirdiği kral da, o peygamber değil. Peygamber gelen vahyi toplumuna iletiyor: “Size Talut’u melik kıldı” Allah istese o Peygambere krallık verebilirdi, demek istememiş.
Talut önderliğinde bir savaş yapılıyor. Calut ölüyor, Filistiler yeniliyor. Davud daha küçük o zaman. Daha sonra Allah, Talut’tan sonra Davud’a krallık veriyor. Sonra da “hikmet” veriyor: yani peygamberlik. Din ve devletin en üst düzey kavuşması burada oluyor ilk defa.
Sonra Hz. Süleyman, dillere destan saltanatı ile Peygamberlik vazifesini ifa ediyor.
Zülkarneyn’den bahsediliyor. Allah’a inanan biri bu belli, ama Nebi mi bilemiyoruz.
Hz. Zekeriyya Yahudi devletinde bir alim konumunda.
Hz. İsa, devlete karşı konumlanmak durumunda kalıyor. Çünkü devlet Onu kabul edebilecek durumda değil.
Hz. Muhammed -sav- önce kurulu düzene itiraz ediyor. Çünkü tüm önceki itirazlarda olduğu gibi; düzen düzen değil bir kere. Devlet tamam, belki devlet. Ama sistemi yanlış işliyor!
O -sav- da “radikaller” arasına yazılıyor.
“Kırmızı bültenle” aranıyor. Hicret ediyor. Önce bir toplum lideri, sonra bir devlet reisi konumuna geliyor.
Sonra Halifeler dönemi var. Ama tarihin bundan sonrasını dinde delil olarak kullanacaksak eğer; vahiy desteği olmadığı için temkinli yaklaşmak lazım. Ama önceki devirlerde durum farklı. Allah Telâlâ vahiy ve elçileriyle doğrudan tarihe müdahil durumda.
Kuran’ın anlattığı modellerde dinin öngördüğü ideallere tabi bir düzen telkin ediliyor. Bu bağlamda toplum düzenleri/devlet sistemleri, dine uygun olduğu sürece sıkıntı yok.
Sözün özü: dinin maksadı devlet değil. Öyle olsa Allah tüm peygamberlerini kral da yapardı. Maksat adalet ve insanca bir yaşam. Bunu sağlayan düzene eyvallah. Yok, aksi söz konusuysa, hakim düzenin ne dediği önemli değil; doğru olan her neyse yapılır.
—
Din ve devlet özü itibariyle farklı şeyler. Hedefleri de ayrılıyor bir yerde. Pratikleri ayrı, görevleri ayrı, yaptırımları ayrı…
Ha “bir Müslüman için din ve dünya işi diye bir ayrım olamaz” denebilir. Teorikte, Müslümanın dini de dünyası da birdir. Evet ama burada pratikteki bir ayrımdan söz ediyoruz. Yoksa Cuma vaktinde ticaretle uğraşmak “din” sayılmıyor!
“Dinin maksadı devlet değildir” ama dinin maksadına devletle ulaşılır.. Çünkü adalet ve insanca yaşam ancak devlet ile mümkündür.
Devlet insan yapısı bir kurum. Din de, adalet ve insanca yaşam da (insanca yaşamdan ne kastettiğimiz de önemli) bir kere devletin üstünde belki ötesinde bir şey olmalı. Devlet bir araç konumuda kalmalı.
“Adalet ve insanca yaşam sadece devletle mümkündür” fikrine katılmıyorum. Adalet ve insanca yaşam devletin ötesinde bir şey.. Devletin olmadığı yerlerde, kabile toplumunda ya da bir ailede adaletten ve insanca yaşamdan söz edebiliriz pekâlâ. Ya da tersinden bakalım: devletin olduğu her yerde insanca ve adil bir yaşamdan sözedebiliyor muyuz?
Bilinçaltımızda devleti vaz geçilmez kılarsak dinin de hedefi sapar.. Türk toplumunun devlet gelenekleri güçlü olduğu için, bilinçaltı bu tür bir sapmaya gayet müsait..