İslamca Yaşamak İçin Devletin Gerekliliği Üzerine Bir Değerlendirme
-Siyasi Soruşturma 2-
Kuran’da devlet hakkında net bir ifadeye rastlamıyoruz. Belli bir şekil tavsiye etmiyor, belli belirsiz olanlara da ne iyi diyor ne de kötü.
Devlete en açık değinmeler; Hz. Davud ve Süleyman’ın saltanatına, Sebe Melikesine, Hz. Yusuf’a, Firavun’a ve Mısır’a dair olanlar. Kuran’da ipuçları verilen devletler çokluk monarşi ve istişareli saltanat ifade ediyor. Diğer yandan kabilelerle ilgili de bazı ibareler var. Genel itibariyle bu kadar.
Hz. Peygamber’in -sav- dönemine baktığımızda, Mekke site devleti var. Peygamberin yöneticilerine itiraz ettiğini görüyoruz. Demek ki devlete/idareye mutlak itaat söz konusu değil. Bugünkü tabirle bir sivil direniş. Zulme itiraz ediyor ve dini bir inkılaptan söz ediyor: Allah’ın yanında başka tapılan şeyler bırakılmalı, İlah olarak sadece Allah tanınmalıdır. Ama işi kavgaya götürmeden, düzeni fitneye/teröre sokmadan! Mazlum olma, ölme-öldürülme pahasına bile olsa, zulme dönüştürmeden.
Mekke reisliği teklif ediliyor, geri çeviriyor. “İktidar olayım sonra güç elimde olursa nasılsa zaman içinde İslam’ı yayarım” gibi bir düşüncesi yok mesela. Demek maksat öncelikle iktidar/devlet değil.
Ama daha sonra hicret ediyor, Medine’ye geçiyor. Oradaki kabile reislerinin, şehrin, site devletinin ileri gelenlerinin üstüne bir “amir” üst yönetici, bir devlet başkanı olarak gidiyor. Kardeşlik tesisi var, bu önemli. İnsanların kalpleri arasında bağ kuruyor. Müşterek bir toplumsal hayat yaşayacaksanız, bir bağ, bir sevgi gerek. Daha sonra siyasi anlamda yaptığı hamleleri malum: Yahudilerle bir nevi vatandaşlık anlaşması yapıyor. Bugünkü tabirle bir anayasa oluşturuyor. Bunu da farklı inançlara saygı olarak değerlendiriyoruz.
Özgür kalınca yapılan ilk icraat da dikkatlerden kaçmamalı: Kuba’da “Kuba Mescidi” inşa ediliyor, ilk Cuma Namazı kılınıyor! Medine’deki ilk faaliyet de bir mescid inşası. İslam bir cemaat, bir toplum dini. Müslümanların şiarlarından biri Cuma Namazı, özgürlükle beraber mümkün. Bir yerde dini, bir yerde siyasi bir önemi var.
Daha sonraki Hz. Peygamber’in -sav- faaliyetleriyle ilgili kaynaklarda geniş bilgiler var. Hanefi alimler Hz. Peygamber’in -sav- faaliyetlerini başlıklar halinde inceliyorlar. Bu başlıklar arasında, devlet başkanlığı, ordu komutanlığı, yüksek yargı gibi bugünkü anlamda devlet görevleri de bulunuyor.
Şu âşikâr, Müslümanlar Mekke’de kalsalardı, durum beter olacaktı. Artık bir yerlere göç vakti gelmişti. Bugün baktığımız noktadan Medine’nin jeopolitik ve demografik özellikleriyle en müsait yer olduğunu görüyoruz. Bununla birlikte ilk zamanlar Medine’de Müslümanların daha rahat olduğunu söyleyemiyoruz. Ama dinlerini açıkça yaşamak konusunda rahatlar. Vefat-ı Nebi’ye yakın tarihlerde İslam devletinde Allah’ın birliği ve İslam’ın hak olduğu yönünde “temel kaygılar” artık yok!
Buradan müslümana dair ikisi temel, biri kısmen tâlî üç mesele çıkıyor.
Birincisi; eğer yaşadığı yer, İslam’ına engel oluyorsa, orası müslümanın vatanı ve devleti değildir. Kuran-ı Kerim’in da apaçık ifadesine göre Allah’ın arzı geniştir, dinini yaşayacağı bir yer bulabilir.Yani müslümanın vatanı, doğduğu, doyduğu, ana babasının olduğu yer değil; dinini rahatça yaşayabildiği yerdir! Bu bağlamda seferilik hükümlerinin 15 günden sonra kalktığı da hatırlansa hoş bir fikri açılım yakalanabilir.
İkincisi; Müslüman en çok kendi devletinde rahat yaşar. Müslümanca yaşamak da biraz buna bağlıdır.
Üçüncü meseleye gelince, Medine ise o günkü ortam ve şartlarda bir devletti. Bugünkü anlamda belki bir federatif yapı diyebiliriz. Bu anlamda Hz. Peygamber’in -sav- attığı adımlar da üniter bir devlet olmak şeklinde anlaşılabilir. İç kavgaları bitiren, birlik sağlayan, idareyi bir kişinin elinde toplayan bir yönetimi tercih etmiş. Sağlığındayken İslam ülkesi Afrika’ya Horasan’a kadar yayılsaydı, Hz. Peygamber -sav- üniter siyasi yapıyı sürdürür müydü, bunu bilemiyoruz. Ama öyle olduğunu bile varsaysak, farklı kültürlerin bugünkülerden çok daha hür yaşayabileceklerini söyleyebiliriz sanırım.
Günümüz şartlarına dönersek;
İslam’ın rahatça yaşanabildiği yerleri bulmak, 50 yıl öncesine göre çok daha kolay. Artık halkları müslüman olan devletler üzerindeki baskılar bile azalıyor. (Halkları Müslüman olmayan devletlerin rahatsızlıklarını da hatırlamadan geçmek haksızlık olur; özgürlükler diyarı Avrupa’da sesli ezan ve minare karşıtlığı, tesettüre karşı alınan yeni tedbirler…)
“Kimsenin dini yaşantısına ses çıkarılmadığı”, “herkesin ibadetlerini yapmada özgür olduğu” türünden yaldızlı sözler söyleniyor. Evet, müslümanların dinin temel emirleri noktasında sıkıntı çekmediği düşünülebilir. Söz gelimi namazını kılabilmekte, orucunu tutabilmekte, zekatını verebilmekte ve haccına gidebilmektedir. Ancak iş, topluma dair bir şeyler söyleme noktasına gelince, söz gelimi ahlak, sanat, bilim ve eğitime dair bir takım haklardan yararlanmak isteyip, dinden beslenen fikirleri ifade hürriyetine gelince sıkıntılar doğuyor.
Müslüman ibadetini yapsın, evet, buna kimse bir şey demiyor. Ama ekonomiye dair bir şey söylemesin, dünyanın bir yerinde zulüm varsa buna ses çıkarmasın, dinine uygun bir eğitim hakkı istemesin, gıdaların helal olup olmadığına bakmasın, sanat ve sinema dünyasındaki ahlaksızlığa ses çıkarmasın, toplumdaki aşırılıklara gözünü kapatsın, isteniyor.
Bu sayılanlar “ahlaki kanaat” olarak teorik düzeyde kalırsa yine bir sıkıntı yok. Müslümanın dilediği kadar “ahlaklı olma” hürriyeti de modern sistem tarafından luftedilmiş!
Ama müslüman kötülük gördüğü zaman eliyle, diliyle ve kalbiyle mücadele eden biridir. Kalbiyle yaptığı mücadele; yani teorik kısmı işin, müslümanın durabileceği en kötü noktadır. Bu durumda aşikâr ki müslümanın topluma yönelik “dönüştürücü” bir aksiyon tarafı var.
Bu durumda devletin gerekliliği ve şekli hususunda, müslümanın en azından kötülüklere müdahale etmesine izin verecek bir devletin lüzumuna yönelik kanaatler kuvvetleniyor.
(Devamı; düşünülüyor…)
bence devamı gelmeli. yazı için teşekkürler.
ucundan dahi olsa, saçma sapan dahi olsa davası olmayan insanlara karşı olmalı çalışmalarımız. en ucundan da olsa tutmalı birşeylerin elinden, olması gerekeni mümkün kılabilmeli. ne kötülüğü var, alet olduğun çevreni alet etsen düşüncene, insanları iyiye kanalize etsen. istediğimiz dörtbaşımamur bir devrim bile değil ki! yaşamak için alan istiyoruz. ruh ve beden sağlığımız için…
kafama takılan birkaç nokta var ama yine de cesur bir yazı.
daha çok netleşmek için, devamı bekleniyor.
Yorumlarınız için teşekkür ederim.
Yeni açılımlar için sorularınızı ve tenkitlerinizi beklerim. Birlikte düşünelim.. 🙂