Kâbe’nin Anahtarı


Sağ-Sol ve İslamcılık Arasında İslamca Yaşamak

-Siyasi Soruşturma 1-

Dini siyasete alet etmek büyük suç. Din işleri siyasete karıştığı için, bir çok dindar ekmeğinden ve görevinden oldu. Allah, dinine sarılan kullarına başka kapılar açtı şüphesiz, kimseyi aç-açıkta bırakmadı. Ama bundan sorumlu kullar, kendi hesaplarını vermeyecekler mi?

Ana hatlarıyla, “sağ” devleti önceleyen bir siyasal görüş. Devleti kutsal, yarı kutsal gören, Tanrısal kudretin bir kısmını devlette vehmeden görüş. Bu noktada Eski Roma’da İmparatorların aynı zamanda birer Tanrı olduklarını hatırlamalı mıyız, bilmiyorum.

Sol, devletin karşısında “ezilen”, çoğunluğun “güvenliği” belki de “keyfi” için “bireyi/ferdi” arkalayan, savunan yaklaşım. Bu cephede de iş abartıldığında bireyin toplum düzenini tehdit edebilecek kadar anarşistleşmesi de mümkün olabiliyor maalesef.

Sağ ve solun kendi içinde varyantları çok. Komünizm, sosyalizm, liberalizm, kapitalizm, faşizm… Bunlardan muhtelif oranlarda karıştırılarak terkiplenmiş diğer başka siyasi ideolojiler vs.

Biz Türkiye Müslüman Türkleri, köklü devlet geleneklerimizden olacak, devletten yana bir tavrımız var. “Devlet başa, kuzgun leşe…” “Devlet başımızdan eksik olmasın” gibisinden… Bu temayülden olacak, kriz dönemlerinde kimse sokaklara dökülüp isyan etmedi. En berbat iktidarlar döneminde dahi ekonomik krizler bir isyana dönüşmedi. Belki biraz rızık-kanaat anlayışının İslam dininin etkisini de görmek gerek bu bahiste.

“İslamcılık” ideolojisinin ise sağ tepkiselliği yüksek. Yapı itibarıyla İslam “Dinini” bir “ideolojiye” hapsetmek sorunlar doğurucu. Dinin ideoloji gibi algılanması hoş değil: “müsait zaman mücahitleri”, “namazsız mücahitler” diye bir insan çeşidi türedi. İdeolojinin din gibi algılanması da ayrı bir şaşkınlık. Kendi ideolojisinden döneni “kafir” ilan eden avareler çıktı!

Her halükarda din ve ideoloji farklı şeyler olmalı. Mesela bir insan namaz kıldığı için oy almamalı! Bu defa daha çok oy için daha çok namaz kılması gerekir ki, namazın ruhu kaybolur. Adam olduğu için, yöneticiliğe layık olduğu için, adaleti gözetebildiği için seçilmeli. Hz. Ömer’in akl-ı selimindeki gibi; bir adamın kalitesini “camide çok namaz kılışında değil, çarşıdaki davranışında” aramak. Ya da Mekke’nin Fethi Günü, tüm iktidar elindeyken, Kabe’nin anahtarını, (bir din faşizmi yapmayarak) bir müslümana değil de, gelenekten neşet eden bir ehliyet ve liyakat sahibi olduğunu gözeterek, Osman bin Talha’ya geri vermesi.

Demokrasi, kimin eline geçerse onun namelerini inleyen güzel bir çalgı. Teorik olarak, çoğunluğun dediği oluyor demokrasilerde… Çoğunluğun her zaman doğruyu düşünebildiği varsayılmış mıdır onu da bilmiyorum. Çünkü toplulukların aklı olmaz! Belki kaba kuvvet hesabı, “biz çokuz, bak sesiniz çıkarsa, sizi döveriz” denklemi kurulmuştur. Nedense Cahiliye dönemi kabile savaşlarını hatırlattı.

İdeoloji kelimesi, çok eski sayılmaz. 19. Yüzyılda kullanıma giriyor yavaş yavaş. Kullanımında Marksistlerin yoğunluğundan gelen sol bir hava var. Oysa nötr bir kavram: genel anlamıyla bir toplumsal görüş ifadesi. Ekonomi, din, siyaset, ve artık her ne varsa toplumu ilgilendiren bu sahalarda derlenip toparlanmış bir fikirler sistemi. Toplum şablonu.

Şimdi esas sorunsala geleyim.

İslam dinine mensup Müslümanlar, sağ ideolojiye ait olmaları durumunda ister istemez devleti ferdin haklarının önüne alıyorlar. Sola dönerlerse, ferdin nefsinin/kötü duygularının abartılması gündeme geliyor. İslamcılık ise dinle – ideoloji arasında kararsız ve yuvarlak bir tasvir. Belirsiz, tehlikeli!

Böyle bir durumda müslümanın tutacağı yol ne olmalı?

Müslümanca yaşamak için illa bir devlet lazım mı?

Peki devletin ve ferdin sınırlarını ne belirleyecek?

Devletin illa ki bir “İslam” ibaresi taşıması mı lazım?

Yoksa İslam Kapitalizmi gibi tatlandırılmış, İslam Sosyalizmi gibi sulandırılmış, muhafazakar-demokrat gibi uydurulmuş, İslamcılık gibi zorlanmış sistem ve modellere mi kalmalı Müslüman?

Devamı; düşünülüyor…

Kâbe’nin Anahtarı” üzerine 4 yorum

  1. tarafları ortaya çıkarma bakımından epey müdakkik bir yazı olmuş. incelikleri ortaya çıkardığın için teşekkürler.

    ayrıca sorduğun sorular da oldukça yerinde.

    bana kalırsa devlet zorunlu bir aygıt değil. hele devletler büyük bir makine gibi çalışmaya başladıkça kötü hale bile gelebiliyor. ciddi bir tahakküm aracı oluyorlar. küçük her zaman güzeldir kanımca 🙂 küçüklükten kastım yerellik. tabi bu yerelliğin nasıl sağlanacağı ve sürdürüleceği ayrı bir tartışma konusu. bu noktada net fikirlerim yok; ama büyük yapıların daha çok sorun çıkartacağından ve sorunların çözümünün giderek zorlaşacağından eminim.

    islam devleti meselesine gelirsek… çok su götürür bu tartışma; ama en azından şunu söyleyeyim: islâm olmak şahıs için söz konusu olan bir şeydir. devletin müslümanı olmaz. şahısların müslümanlığı ölçüsünde islam’a yakın olan bir devletten bahsedebiliriz ancak. buna delil olarak da hz.peygamberin hadisi gelir hep aklıma. “layık olduğunuz şekilde yönetilirsiniz” bâbında…

    devamı; tartışırız 🙂

  2. güzel yazı,, kaleminize kuvvet, paylaşım için teşekkürler.

    dini siyasete alet etmek; “sağ”cıysan irticadır solcuya göre, ve “sol”cuysan faydalanmadır sağcıya göre. en büyük suçsa, masum insanları alet etmektir siyasetin için de dine.

    belli ideolojisi olmayıp; solun yanında solcu, sağın yanında sağcı insanlar gördüm. sağcıyla solcuyu elele tutuşmuşken birbirlerinden habersiz gördüm. ortada yaşamak isterken sağın yanında solcu, solun yanında sağcı kalan insanlar gördüm…
    tutturmuşuz bir sağ-sol sevdası giderken, sorularınızı manidar gördüm.

    Özellikle de ilk iki sorunun cevabı için, bence de çalışmamının devamı muhakkak düşünülmeli.

    şimdiden kolay gelsin.

  3. Hadi Üstadıma;
    Evvela değerlendirmeniz için müteşekkirim.
    Devletin müslüman olmassı derken, elbette namaz kılan-oruç tutan-hacca giden bir devletten bahsedilmiyor.
    Ama mesela zekatın toplanması bir devlet görevi, güvenlik ve adliye teşkiletı da ferdlerin üstünde bir teşkilatı gerektiriyor sanki.
    Namaz ve oruç için de, mesai saatlerinde namaza (özellikle Cuma), ramazanda tatile müsade eden bir devlet de fena olmaz hani.

    Sahra Hocama, solcu müslümanlar tanıdım. Hem sosyalist hem süleymancı olduğunu söyleyen biri beni çok düşündürdü…
    Yorumlarınız için teşekkür ederim..

    1. bu “üstünde olma” halinin bir sınırı olması lazım bence. soruyu şöyle de yineleyebiliriz: devlet ya da örgüt (neyse o) insanın ne kadar üstündedir?

hadiensar için bir cevap yazın Cevabı iptal et