“Karım, çocuğumuz doğduktan sonra, bu topraklarda ‘çocuklu’ bir kadın olmanın bir garip faydasını fark etti. Bir gün bana şöyle dedi. Çocukla dışarıda gezdiğimde öyle özgür, öyle rahat hissediyorum ki kendimi, anlatamam. Herkesle hesapsız ilişki kurabiliyorum. En maço tiplerin aniden bacısı oluyorum. Çocuk, karımın bu memleketteki ‘hicap’ ihtiyacını karşıladı. Çocuk karımın kadınlığını örttü. Onun tesettürü oldu. Ve o da, bu memlekette 24 saat mesai yapmaktan yorulmuş kadınlığını nihayet dinlendirebildi. Bu memlekette bir süreliğine ‘insan’ oldu.”
Yukarıda alıntıladığım bölüm Taraf gazetesinin sâbık yazarlarından Gökhan Özgün’e ait. Zevkle okuduğum hemen her yazısında kitabın ortasından konuşan bu usta kalem ateisttir. Köşe yazarlığına ara vermeden önceki yazılarında bazen İslam’a ve müslümanlara da değindiği olurdu. Ve sanıyorum dışarıdan bakmanın verdiği rahatlıkla genellikle öze ilişkin gayet yerinde tespitlerde bulunurdu. Yaptığım alıntı, yazarın “‘Hicap’tan ‘hakikat’e” başlıklı yazısından. Yazı tesettür anlayışıyla doğrudan alakalı bir bölümle başlayıp farklı konulara eviriliyor. İnancımızın formel unsurlarından biri olan tesettürle ilgili yukarıdaki ifadelerini, çoğu zaman farkına varamadığımız öze ilişkin olduğundan tartışılmaya değer görüyorum.
Öncelikle bir durum tespiti yapmakta fayda var. Tesettür, “bu topraklar”ın değişmez meselelerinden biri olmuştur. Bunu söylerken sadece mütesettir olmak isteyenlerin önüne çıkarılan engellerden bahsediyor değilim. İşin bu tarafı aslında tesettüre inananlarla inanmayanlar arasındaki bir mesele. Öte yandan tesettüre inananlar arasındaki meselelere de dikkat çekmek istiyorum “mesele” derken; mesela tesettüre inananların onun mahiyetine ve kapsamına ilişkin anlayışları gibi. Bu noktada dile getirilecek farklı düşünceler olabilir; ama içinde bulunduğumuz durum/vakıa/realite açısından meselenin şu iki veçhesi neredeyse su götürmez bir gerçekliğe tekabül ediyor. Birincisi tesettürün kadınlara mahsus bir formmuş gibi algılanması, ikincisi ise kadınlara mahsus bu formun başörtüsü ile özdeş hale getirilmesi. İlk algı, erkeğin kendisini müstağni gördüğü bir alanı kadının (erkek tarafından) hesaba çekildiği bir meydana dönüştürürken; ikinci algı ise tesettür fiilini içerikten yoksun bir forma indirgemektedir. Bazen bu iki algı öyle tehlikeli sonuçlar üretmektedir ki karşımıza, aslında günahkar olan günahsızların (erkek) aslında günahsız olan günahkarları (kadın) ve aslında mütesettir olmayan kapalıların (başörtülüler) aslında mütesettir olan açıkları (başörtüsüzler) yargıladığı bir tablo çıkmaktadır. (Not: Bu cümlenin “bazen” kaydı ile mukayyet hale getirildiğine ayrıca dikkat çekmek istiyorum. Dolayısıyla bu cümleden her erkeğin günahkar, her kadının günahsız; her başörtülünün gayr-ı mütesettir, her başörtüsüzün ise mütesettir olduğu sonucu çıkarılmamalı.)
Vakıa şunu gösteriyor ki tesettürün özüne ilişkin ciddi sorgulamalara müslümanların ihtiyacı var. İşte bu tür sorgulamalara kapı araladığı için Gökhan Özgün’ün söylediklerinin değerli olduğuna inanıyorum.
Özgün’ün söyledikleri aslında şerhe muhtaç şeyler değil; ama birkaç nokta üzerinde ayrıca durulabilir. Öncelikle Özgün’ün eşi hanımefendinin söyledikleri belki hepimizin malumu ama bir o kadar da ilginç şeyler. Gerçekten de çocuklu bir kadın ile çocuksuz bir kadına toplumun farklı şekillerde yaklaştığını görebiliriz. Bu farklılığın kadına bir “özgür”lük ve “rahat”lık alanı açtığını söyleyerek çok doğru bir yere işaret etmiş hanımefendi. Bu yeni durum kadına “hesapsız ilişki” kurma alanı açmıştır. Özgün’ün mahareti ise eşinin hislerini yerinde bir çözümlemeye tabi tutmasında ortaya çıkıyor. Çocuk, bu durumda adeta bir örtünme aracı olmuştur, kadının kadınlığını örtme noktasında. Dolayısıyla kadın, bireysel farklılığını (kadınlığını) toplumsal bir müşterekte (insan olmakta) muhafaza etme şansı yakalamıştır. Bana kalırsa tesettürün anlamı da tam manasıyla burada ortaya çıkıyor. Tesettür, kadın olsun erkek olsun benliğin örtülmesi anlamını taşır her şeyden önce. “Benim!” ya da “Buradayım!” diyerek var olmamanın formudur tesettür. Tesettür “ben”in gizlenmesidir. İfşa etmemek, afişe olmamaktır. İnsan olmakta buluşmaktır tesettür. Bu yüzden tesettürde erkek ya da kadın ayrımı yoktur. Toplumsal zeminde erkek erkekliğini, kadın kadınlığını gizlemekle yükümlüdür birbirine karşı. Tesettüre bu noktadan başlamadığımız ve erkek ile kadını insanlık müşterekinde buluşturamadığımız sürece tesettür bir sorun olarak varlığını sürdürecektir. (Not: Bu söylediğim iştiraka, kadın ve erkeğin farklı yollardan ulaşacağını düşünüyorum. Çünkü toplumsal zeminin insanlık paydasında buluşturmak istediğimiz erkek ve kadın, biz isteyelim ya da istemeyelim bireysel farklılıklara sahiptir. Bu farklılıklar ise başka formel farlılıkları intâc ederler. Dolayısıyla tüm bunları düşünürken şuna çok dikkat etmeliyiz: ne “insan olma”mız “erkek ve kadın olma”mızı yok etmeli; ne de “erkek ve kadın olma”mız “insan olma”mızı yok etmeli.)
Özgün’ün dediği gibi bu memleket, “24 saat mesai yapmaktan yorulmuş” kadınlar ve erkeklerle dolu. Kadınlarımız kadınlıklarını, erkeklerimiz erkekliklerini harcamaktan yorulmuş ve tükenmiş. İnsan olduğumuzu hatırlatacak alametlere ihtiyaç var. Tesettürün alamet-i farikamız olması umuduyla…
24 saat mesai yapan kadın tabiri beni epey düşündürdü. Memleket mi böyle, çağ mı bozdu bizi.. ters giden birşeyler var ama ne…
memleket iyiydi de aslında, “para” (ya da modern çağ ne dersen de) bizi bozdu emirim…
ne para ne de çağ, insan bir kere niyetini bozmaya görsün, herşey bozulur eminim…
doğru niyet her şeyin başı zaten. ama birbirini ortadan kaldıracak şeyler değil bunlar. “para” ya da “modern çağ”, niyetin bozulması için fevkalade imkanlar yaratıyor. her şey imkanla mümkün derler ya öyle.
meseleyi tekrar örtme mevzuuna getirirsek, modern çağın ya da paranın ben’in örtülmesi değil, ifşa edilmesi için kurgulandığını düşünüyorum. mesai yapmaktan yorulan benliklerimiz böyle perişan oluyor. sürekli harcıyor ve sürekli tüketiyoruz…
kötüye mahkum olmak için imkanlar hep vardır, sadece isimleri farklıdır; mühim olan iradeyi devre dışı bırakmamak hatta hakim kılmaktır.
örtme mevzuuyla ilgili kastden yazmaktan sakınmıştım. zira siz de bilirsiniz adettendir;
kadınlar (acısını) yaşarken erkekler yorumunu yapar. bu genellikle böyle olmuştur siyasetçisinden, yazarına kadar. Hicap duyuyorum ama bunları affınıza sığınarak, salt düşüncelerimi beyan etmek için yazıyorum. Çünkü az da olsa “tesettür de kadın ya da erkek ayrımı yoktur” diyenlerdesin, ki bence çok önemli çok anlamlı.
Yazdıklarınıza katılıyorum, kurgu meselesine de… yine tekrarlıyorum yazdıklarınıza binaen, perişan benlik istemiyorsak iradeyi saf dışı bırakmayalım.Tesettürün alamet-i farikamız olması duasıyla.
Hadi Hocam ellerinize sağlık, paylaşım için çok teşekkürler.
öncelikle şunu belirtmeliyim ki,ben’liğin gösterilme çabasını paranın yan etkisi veya modern çağın bizi yabancılaştırması olarak görmüyorum.aksine bunun içgüdüsel bir eylem olduğuna inanıyorum. her insan kendisinin farklı olduğuna,keşfedilmesi gereken bir varlık olduğuna inanır,kibirlidir.mühim olan bu kibri ne kadar dizginleyebildiğimiz.
kibrin dizginlenmesi ile tesettür arasında da çok yakın bir ilişki olduğuna inanıyorum. kadın,tabiatı dolayısıyla görselliğe,güzelliğe değer atfeden bir yapıdadır.kendisini sadece kendisiyle yarıştırmaz,hemcinsleriyle bile kıyaslar.bu sebepten,farklı olduğunu,daha güzel olduğunu hissettirmek,hatta göstermek ister. tesettürün bu içgüsel eğilimi törpülemek için emrolunduğunu düşünüyorum. tesettürün sadece giyimle,kuşamla sağlanmayacağını ‘çocuklu kadın’ metaforuyla anlamış olsak da,şunu belirtmek isterim : bir kadına çarşaf dahi giydirseniz,peçe dahi taksanız,eğer farkedilme arzusu taşıyorsa,gözlerinden taşar dişiliği. bir kadın,eğer farkedilmek gibi bir amaç taşımıyorsa,kendisini bu içgüdüsel davranıştan uzaklaştırabildiyse,buradayım diye bağırmaz,dişiliğini bir yarış unsuru olarak kullanmadığı için,dikkat çekmez-göze batmaz-.
yani tesettür(kadın ve erkek için), insanın başta kendisiyle sonra başkalarıyla olan yarışına getirilmiştir diye düşünmekteyim. sorunun giyim-kuşamda değil,insanın özünde olduğuna inanıyorum. özümüzdeki kibri ne kadar törpülüyorsak,o kadar tesettürlüyüz hepimiz.
ellerine sağlık abicim.
sağol canım.
tesettür ile kibir ilişkisini öne çıkarman isabetli olmuş. yazının satır aralarında kastedilen de bu aslında.
modern çağ ve para ekonomisine gelirsek, arada atladığımız öncüller olduğu için ilişki kurmak zor olabilir. kastettiğim şuydu: “mesai yapmaktan yorulma” tespiti, insanın kendini görünür kılma ihtiyacından kaynaklanıyor. görünür kılma, göze hitap etme ve saire gibi fiiller dikkat edelim hep sûret ile ilgili şeyler. salt biçime/şekile/forma önem verme eğilimi, niteliği perdeleyen bununla beraber niceliği adeta yoldan çıkaran bir etki meydana getiriyor. niceliği besleyen, yoldan çıkmasına çanak tutan şey de modern çağın para üzerinden tesis ettiği ‘şeylerin içini boşaltma’ mantığıdır. her şeyin metalaşmasından bahsediyoruz ya onun gibi bir şey. bu baskı altında kalan nefis, senin dediğin o görünür olma ve keşfedilme ihtiyacından ötürü haddini aşmaya başlıyor. ben buradayım diye bas bas bağırıyor. işte modern çağın ve paranın kibri beslemesi böyle oluyor…inşallah anlatabilmişimdir derdimi 🙂
kibir ve tesettür ancak bu kadar doğru tespitlerle bağdaştırılabilir. tekrar ellerine sağlık abim.
harikasınız hilal başak kardeşim, müthiş bi soz “içimizdeki özü ne kadar törpülüyosak o kadar tesettürlüyüz”
bu yazıyı bir sene sonra okuyup yorumluyorum hadi hayırlısı.
yazı çok güzel gerçi eklenecek bir şey yok fakat hilal senin yorumun için şunları söylemeliyim ki; sorunun giyim kuşamda değil, insanın özünde olduğuna inanıyorum cümlesini sakıncalı buluyorum, yani başörtülü birine sen çok çekici bir kadınsın zaten başını örtsen de örtmesen de erkekler seni arzular -kusura bakmayın ifade bu olduğu için bu kadar net yazdım- diyen ayşe arman zihniyetine dönüşme tehlikesi taşıyor bu bakış açısı. namaz kılmıyorum ama önemli olan kalbin temizliği demek gibi bir şey bu. tesettür elbetteki giyimle kuşamla olur. giydiğin kıyafet kendini ne kadar frenlediğinin, kendini karşı cinse hazırlama dürtünü ne kadar terbiye ettiğinin tezahürüdür.
“Allah güzeldir, güzelliği sever, güzel giyinmek kibir değildir, kibir (mazhar olduğun nimeti kendinden bilip) hakkı reddetmek, halkı hakir görmektir.” hadis-i şerif
“çocuklu bir kadın”la başlayan bu yazı nasıl da hicabtan kibre döndü, bence muallak,, sağ gösterip sol vurmak gibi,,, ya da tam anlamıyla elmanın faydalarinden bahsederken içinden çıkan kurda bütün meseleyi yıkmak gibi.
insan içinde iyiyi de kötüyü de barındırır, taşanlar içindekilerin dışa yansımasıdır, bazen örtünmek bazen de örtünmemek kişiliğin, inancın, yaşananların ifşa edilmiş somut göstergeleridir deseniz anlarım ama çarşaflı bir kadının bakışlarında bir şeyler çağrıştımak misalen de olsa hoş değil uç örnekler vermek olur, zaten yeterince yıpratılıyorlar…mefhumu muhalif yaparsak örtünmeyen bir bayanda “ben içgüdüsellikten uzağım” dese, tamam o zaman oldu bu iş mi diyeceğiz. benim kalbim temiz dinin emirlerini o yüzden yapmıyorum diyenler gibi..
usul bellidir, üslup bellidir. artık istenilen her soruya bir cevap bulunuyor, mühim olan sorudan sonra “kendin”den alınan cevapta.
İnsan “niye?” sorusunun cevabını verirse tatmin eder kendini. Niye? -teslimiyetten, Niye? -kibrimden, Niye? -farklıyım da ondan… kibir hiç umulmadık bir anda farklı bir formatta karşımıza çıkabilir, farketmeyebiliriz de;ama tesettür ve kibir… kıyafet seçerken bugün kibrimi dizginledim en kapalısını giyiyim yok ya da iç güdüselliğimi bastırdım açık giysem de bi zararım yok diye mi düşünülmeli? ya da aynı kıyafeti giyen insanlar eşit kibir seviyesine mi sahip algılanmalı?
elbisesinin eteğini kibrinden yere sürtenler bir de nasreddin hoca’nın “ye kürküm ye” si çağrışım yapıyor beynimde, kıyafet ve kibir yan yana gelince.
kapalı olupta kot pantalon giydiği için çok eleştirilenler var bunun sebebi de bilgisizliğimiz, cehaletimiz, neyi ne için yapıyoruz bilmiyoruz ve bir de sorumsuzluk. örnek insan olma bilincinden uzaklaşma sorumsuzluğu.
bir de konuya hep “hem erkek hem de kadın tesettürü” denilipte verilen örneklerin bayanlar cephesinden olması beni düşündürüyor işin açığı.
madem “tesbit” var çözüm de olmalı, hanım kardeşlerime nacizane önerim okudukları güzel kitapların yanı sıra Mevdudi’nin “Hicab” adlı eserini baş ucu kitabı gibi okuyabilirler. Bir de kişiliğini giydiği elbise de bulanlara Marlo Morgan’dan “Bir Çift Yürek” isimli öyküyü okumalarını tavsiye ederim. yıllar önce ben de okumuştum alçakgönüllü olmayı, kendilerindeki farkı anlayıp insanlığın faydası için kullanmalarından bahseder.
son olarak Hadi Hocama bilgisizliğimi mazur görüp bir soru sormak istiyorum yukardaki yazıyı onadığı için “her insan…,kibirlidir.mühim olan bu kibri ne kadar dizginleyebildiğimiz.” deniyor. Bunu ” Kalbinde zerre kadar kibir olan Cennete giremez” [Müslim] hadis-i şerifiyle nasıl bağdaştırmalıyız, nasıl anlamalıyız?
yanlış olsak da doğruyu öğrenmek çabamız.
ramazan bayramınız şimdiden mübarek olsun:)
öncelikle şunu söylemeliyim, “tesettür”ün özünde benliğin örtülmesi olduğunu düşündüğümden mesele kibire varabiliyor. bu yazı tesettürü salt kibirle ilişkilendirmek için yazılmış değil. kibir, nihayetinde çok temel bir konu olduğu için birçok meseleyle ilişkilendirilebilir. kibirle ilgili daha önce yazdığım yazılarda bunu ortaya koymaya çalışmıştım. bu yazıda ise tesettürün çok basit bir görüntüsü (çocuklu kadın) üzerinden zihniyetimizi sorgulamak istedim. tek bir noktaya odaklanmak yerine yazının farklı yerlerine de göz atılmasını isterim aslında. mesela erkeklerin tesettür konusunda kadınları yargılaması, başı kapalıların da başı açıkları yargılaması gibi. tesettürü hapsettiğimiz yerlere dikkatli bakmamız lazım bence. gerçekten tesettür nerede?
güzel giyinmek kesinlikle kibirle özdeş olan bir şey değildir. bunlar bir araya getirilebilir; ama birbirinin mütelazımı olamaz. tesettüre aykırı olan daha ziyade dikkat çekme ihtiyacıdır; yoksa güzel giyinmek değil.
son olarak, dile getirdiğiniz sual açık söylemem gerekirse kibir konusunda çözemediğim meselelerden birisidir. insanın, insan olmak itibariyle “ben” düşüncesinden kurtulamayacağını düşünüyorum. “her insan kibirlidir” sözünü de böyle anlıyorum. zaten bu, insanın eksikliğinin göstergelerinden biridir aynı zamanda. öte yandan bahsettiğiniz hadis var. bu hadis ahirete ilişkin olduğundan (yani gayba) çok net şeyler söyleyemiyorum. bu mesele öldükten sonra nasıl bir durumda olacağımız ile alakalı. insan olma durumumuzu bir şekilde koruyacak mıyız, yoksa “rücû ilallah” denilen hal insanlığımızın ortadan kalktığı bir hal mi olacak? bunları bilmiyorum. bilmediğim için de net bir yanıtım yok. bununla beraber hadisi daha basit düzeyde, karmaşık hale getirmeden anlamak da mümkün. mesela hz. peygamber (s.a.s) bu hadisi terğîb kabîlinden söylemiş olabilir. ya da cennette kibir de dahil hiçbir günah olmayacağı için de böyle söylenmiş olabilir. farklı yorumlar mümkün gözüküyor. acizane sadece bunları söyleyebilirim.
… maddeden manaya, algıdan yargıya, tesettürün ruhuna …
hocam teşekkürler.
“Bazen bu iki algı öyle tehlikeli sonuçlar üretmektedir ki karşımıza, aslında günahkar olan günahsızların (erkek) aslında günahsız olan günahkarları (kadın) ve aslında mütesettir olmayan kapalıların (başörtülüler) aslında mütesettir olan açıkları (başörtüsüzler) yargıladığı bir tablo çıkmaktadır.” sanırım asıl toplumsal sorunu bu ifadelerinle özetlemişsin. erkeğin kadını yargılamasında ya da kadının erkeği yargılamasında senin de değindiğin gibi daha ziyade benliklerini ne kadar örtebildikleriyle alakalı birşey ancak bana kalırsa şu da eklenebilir ki benliğin örtülmesi her zaman kibirli olmamayı ifade etmez, aksine bazen büyük bir kibri de ifade edebilir. bu anlamda benliğini örtmeyen kişi gerçekten de günün 24 saati erkekliğiyle dişiliğiyle mesai yapmaktadır ve de bunun neticesinde yorgun ve ortaya saçılmış ruhlar ortaya çıkmaktadır.
eline sağlık hadiciğim, ayrıca gökhan özgün’ün hayran kaldığım yazılarından birini hatırlatığın için teşekkürler 🙂
eyvallah ferhadım… esas derdimden anladığın için ben teşekkür ederim.
tesettüre hep kadının masumluğu ve zayflığı açısından anlardım… masumluk ve zayıflığın kadında bir korunma ihtiyacı doğurduğu ve bunun da tesettürle sağlandığını düşünürdüm… yani benim gözümde kadın tesettür noktasında hep suçsuz günahsız ve acizdi. hilal başak’ın sözleri bana başka bir kapı araladı ve başka bir ufuk kazandırdı bana. kibirle düşünüldüğünde tesettürün kadının suçsuzluğunu ve zayıflığını değil suçluluğunu ve kibir kokan egoizmini de örtmek olarak ifade olunabileceğini farkettim. çok sağol bunu daha önce hiç düşünmemiştim.
özümüzdeki kibri ne kadar törpülüyorsak o kadar tesettürlüyüz lafım,sadece kadına bağlı kalmasın.erkeğin de aynı ölçüde kibrini yenebilmesiyle olur tesettür kanaatimce.yanlış anlaşılmasın.
ben de teşekkür ederim.
ben bir müennes olduğumdan yazıyı okurken ve sizin yorumunuzu okurken ister istemez kendim açısından olayı değerlendirdim ve bu düşüncemi paylaşmak istedim ama aynı şekilde yazıyı ve yorumunuzu okurken tesettürün müennes-müzekker farketmez kibri özünde barından herkes için bir törpü/örtü olduğunu da bilerek.
merak etmeyin yanlış anlaşılmadı 🙂