O sabah herkes uyuyakaldı şehirde. Çocuklar okullarına, memurlar işlerine gidemedi. Otobüslerin kontağı her günkü saatte çevrilmedi. Çarşı pazarda tüm dükkanlar kapalıydı çünkü çaycılar dahil herkes uyuyordu. Derin bir uyku sarmıştı sokakları. Şehir, bir önceki gün hep birlikte ağır bir yük taşımış da yorulmuş, bu sabah da hep birlikte uyuyalamıştı sanki. Hava yeterince serin, bu yüzden kendiliğinden uyanan bile yok; şehir mışıl mışıl uyuyor.
Sabahın güneşi, hafif yükselip de kızarmaya başladığında önce çocuklar uyandı. Hala büyük bir keyifle uyuyan ana babalarının çevresinde dolandılar. Aç değillerdi, ağlamıyorlardı. Bu bekleyiş biraz sürünce çocukların kimisi oyuna daldı, kimisi tekrar uyumak için yatağa döndü.
Güneş, şehrin üzerine yağlı sıcağını boşaltmaya başladığında genç kızlardan birkaçı uyandı. Saate baktılar, çok erkendi. Ama uykuları kanmış, damarlarında cinler gezmeye başlamıştı. Kimisi giyindi, kimisi üstüne sadece bir şal alarak bahçeye-balkona çıktı: çünkü sokağa en çok genç kız yüreği hayrandır. Her günkü sabah durgunluğunu gördüklerinde, içlerinden dikkatli olanları birşeylerin ters gittiğini sezer gibi oldu. Etraf her sabahkinden daha aydınlıktı. Hatta bu, tam olarak bir sabah değildi.
Şehirdeki sükûnetin tüylerini ürperttigi bir tanesi ışığı açıp kapadı, ceryan kesilmemişti. Peki neden sokakta ses yoktu? Urpertisine korkuyu da katarak içeri girdi, kapı-pencere ne varsa sıkı sıkıya kapadı. içerideki sessizliği dışarıdakine tercih etmişti çünkü.
Oyna dalan bir çocuğun tek başına kıkırdaması duyuldu. Tüm şehir, bir sokaktan ibaretmiş gibi bu sesi işitti. Bir doktor üzerinde uyuyakaldığı sandalyede doğruldu, sonra diğer doktorlar uyandılar tek tek. Az sonra bir öğretmen, yatağında gerinerek gözlerini açtı; odası her zamankinden daha aydınlıktı. Şaşırdı, saate baktı, korktuğunun aksine tam da kalkması gereken saatti. Daha sonra berberler uyandı; ardından aşçılar, simitçiler, otobüs şoförleri, trafik polisleri. Şehrin uykusu yavaş yavaş kanıyordu, her uyanan saatine bakıyor ve bu derece aydınlığın verdiği endişenin yersizliğiyle rahatlıyordu. Kimse hiçbir yere geç kalmamıştı.
Şehirdeki ilk ayak sesi gazete dağıtıcısınındı. O yürüdükçe güneş, sokakları doldurup her binayı yeni yapılmışcasına önüne dikiyordu. Gazeteci buna hayret etti. Aynı hayrete sütçü, baloncu, fırıncı da düşmüştü ama zamanla alıştılar. Vakit biraz daha geçince, hareket başladı; çocuklar okullarına gidiyor, otobüsler durağa geç geliyor, simitçiler boğaz yırtıyor, büfeler sigara satıyordu; yani herşey yolundaydı.
Ta ki şehrin öbür ucundan bir adam, onlara, saatlerinin durmuş olduğunu söyleyene kadar.
fevkalâde.. eline sağlık yasin abi..
demek ki mekanizmalara değil, organizmalara güvenmeliyiz 🙂
eline sağlık üstadım…
“Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi.” 36/20
“çünkü sokağa en çok genç kız yüreği hayrandır.”
yasin.. sen mükemmelsin.
devam ediyorum okumaya..