Modern zamanın hızına delalet eden en çarpıcı göstergelerden birisi trafiktir. Trafik, modern zamanın meskeni olan kente özgü bir durum. Büyüklerin ve büyüklüklerin birbiriyle yarıştığı kentte trafik, haddi aşan insanın varlığa geldiği zeminlerden biri haline gelmiştir. Elinde olmayanı kazanmaya, elinde olanı ise kaybetmemeye çalışan insanın hırslı ellerinin direksiyonları avuçladığı yerdir trafik. Bu sebeple trafik, sinir bozucu ve rahatsız edici birçok insan fiiline ev sahipliği yapar. Korna çalmak, gaza basmak, ani fren yapmak, şerit değiştirmek, taciz etmek ve benzeri birçok davranış haddi aşma örnekleri olarak yerlerini alırlar. Tüm bunlar modern zamanın hızı sebebiyle insanda meydana gelen hastalıklardır. Modern zamanın insanı, sürekli bir şeye yetişen varlıktır. Onun kaderi, meydana geldiği gibi hızla yok olan fani şeylerin peşinde koşmaktır. Yine tâbî olmaktır onun kaderi; ama baki olana değil fani olana. Bu sebeple sürekli yorgun, sürekli kızgın ve sürekli azgın bir varlık ile karşı karşıyayız.
Aslında modern zaman, insanda zaten var olan bir özelliğin aşırıya kaçmasına yol açıyor. Kuran’da insan hakkında “acûl” tabiri kullanılır. “Acûl” aceleci demektir. Eksiklerini tamamlamaya, ihtiyaçlarını gidermeye çalışan insanın, bir sonraki adımı atmak için hızlı hareket etmesine acelecilik denilebilir. Bu özellik insanın zatında var olan bir şeydir. Bu demektir ki insan aceleci olmaktan tamamen kurtulamaz. Olsa olsa bunu dizginleyebilir, tıpkı arzularını ve öfkelerini kontrol altına alabildiği gibi. Acelecilik zâtîdir; çünkü insan ihtiyaçları olan bir varlıktır. Muhtaç olmak insan için süreklilik arz eden bir durumdur. Bunun getirdiği bir netice ise sürekli tamamlanma arzusudur. Sürekli tamamlanma arzusu insanı endişe ve kaygıya yönlendirdiği için insan o an yaptığını bir an önce yapmak ister. İşte bu “bir an önce”lik hali aceleciliği ifade eder. İnsan bir an önce bi’l-fiil haline gelmeyi ister. Bi’l-kuvve olan onu tatmin etmez. Bu durumu insanın bir şeyleri elde etme hırsıyla da açıklayabiliriz, kendine ait olmayanı elde etme eğilimi, yani bir nevi mülkiyet… Birçok meselede olduğu gibi acelecilik konusunda da dönüp dolaşıp mülkiyete gelebiliyoruz. Sanki insana dair her şeyin başında o var gibi. Sahi, yasak meyvayı niye elde etmek istemişlerdi ki?
Tekrar modern hayat olgusuna dönersek modern hayatın, trafik üzerinden örneklediğimiz aceleciliği daha bir hızlandırdığını söylemek mümkün. Niteliklerin nicelikler arasında kaybolduğu, her şeyin hesaba konu olduğu ve yine her şeyin daha büyük olmak hususunda yarıştığı bir zamandan bahsediyoruz. Küçükler değil; büyükler değerli bu paradigmada. O kadar “çokluk” var ki, insanın bu “çokluk” içinde ayakta kalabilmesi için “çok” şey yapması gerekiyor. Ne yaparsa, nasıl yaparsa yapsın değişmeyen bir şey varsa o da yaptığı şeyi “çok” yapmaktır. Bu hız ve tempo insandaki acelecilik özelliğini tabiri caizse raydan çıkarıyor. Zira bu acelecilik sürekli yıpratıyor insanı. Hem kendine hem de başkalarına zarar veren bir varlığa dönüşüyor insanoğlu. Bu tür bireysel ve toplumsal saldırıların savuşturulması için öte taraftan savunma sistemleri geliştiriyoruz ve nihayet her şey bir hesap kitap meselesi olup çıkıyor. Hesaplar, kitaplar ve kurallar neticesinde katı ve köşeli bir insan varlığı pekiştirilmiş oluyor. Ne samimiyet, ne huzur, ne de sevgi… hiçbir şeye yer kalmıyor bu keşmekeşte. Birbirimize mekan olarak yakın; ama kalp olarak uzak kalıyoruz. Buna bir “dur” demek lazım!
Hepimizin sükunete ihtiyacı var. Sakin olmaz isek, şeyleri doğru dürüst anlayamayacağımızı bilmeliyiz. Anlamak, hissetmek ve sevmek için adeta zamanı durdurmak, aceleciliğin önüne geçmek gerek. Kim bilir, belki de ebedi bir şimdiki zamana ancak böyle dokunabiliriz, aşkla ve sevgiyle.
Aslinda insanin aceleciligi de diger hassalari gibi iyiye yonlendirilebilir. Hayirli islerinizde acele ediniz, hadisindeki hikmetle insan zulme karsi gelmede acele etmeli mesela. Yahut bu hadisin genelde anlasildigi sekliyle evlilik-nikah mevzularinda da.
Fakat dedigin gibi, acele bir hayat tarzi haline geldiginde, ruhumuza nefes alacak bir firsat dogmuyor. Yani acele ise seytanimiz boyle karismis oluyor.
Ellerine saglik dostum..
elinize sağlık …gayet güzel yazmışsınız
biz her ne kadar şöyle bir durmak istesek de ya istekte kalıyor yada bir soluktan ibaret kalıyor. bu modern hayat tarzında sürekli bir yerlere yetişmek zorundayız hedefler beklemiyor. bu hayat trafiğinde durmaya kalıştığımızda muhakkak eli kornasına gidenler olacaktır. kendimize dönüp bakmak ,durup ruhumuzu dinlemek aslında islamın bizden istedikleridir.ama baktığımızda da Allah’a dair birşeyler görmeliyiz. vakit ayıramamamızın bir sebebi de modern hayat tarzının temellerinde islamı nizamın olmamasıdır.
modern hayatın paradigması içinde sürekli kendimizden uzaklaşıyoruz. uzaklık sürekli artıyor ve yabancılaşıyoruz. bu sebeple her şeyden önce kendimize dönmeliyiz. yapabileceğimiz en iyi işi yapmalıyız: kendini tanımak. çünkü herkes en iyi kendisini bilir. ve malumunuz kendini tanıyan ancak rabbini tanır… teşekkürler katkı için.
Aşkla ve sevgiyle tekrar edelim bu sözleri : Hepimizin sükunete ihtiyacı var. Sakin olmaz isek, şeyleri doğru dürüst anlayamayacağımızı bilmeliyiz. Anlamak, hissetmek ve sevmek için adeta zamanı durdurmak, aceleciliğin önüne geçmek gerek. Kim bilir, belki de ebedi bir şimdiki zamana ancak böyle dokunabiliriz, aşkla ve sevgiyle.
insan, yaşama yükünü kendi çoklaştırıyor çoğu zaman. “çok” şey yapmaktansa, az da olsa bişeyler başarmak kafidir gözbebeğinin gülmesi için. çokluk tatmin etmez insanı çoğu şeyin tatmin etmediği gibi. çokluk odaklanmayı güçleştirir, konsantreyi azaltır; tamamlanayamayan çoklar sabrı tüketir, aceleciliğe yaklaştırır. diğer bir bakış yaklaşımla, çokluk deryasında kaybolursak vahdaniyyette tutunamayız, dünya pencerelerinin ardındaki ukbadan uzaklaşırız.
itiraf etmeliyim ki en büyük korkularımdandı zamanla beraber koşamamak, herşey o kadar hızlı ilerlerken geride kalmak. şimdi görüyorum ki zaman beni de büyüttü ve bunca yıldan sonra çıkardığım ders şu oldu: çok şeye sarılmaktansa, az şeyle başarıyı yakala ve yalan dünyayla fazla oyalanma.
faydalı paylaşımınız için çok teşekkür ederim.
katkınız için ben teşekkür ederim.
şeyleri çoklaştırmanın kendimiz tarafından yapıldığını belirtmeniz önemli. zira burada da izafîlik çıkıyor karşımıza, insanla ilgili birçok şeyde olduğu gibi. çok’u az yapmak az’ı çok yapmak elimizde.
“az da olsa bir şeyler başarmak” demişsiniz… doğru, başarmak önemlidir. ama başarmayı sonraki adıma bıraksak daha iyi olur gibime geliyor. az da olsa bir şeylerin hakkını vermek diyelim biz buna. zira eskilerin şöyle bir tabiri vardı: “bi’llâhi et-tevfîk” (başarı yalnız ve yalnız Allah’tandır).
biz bir şeylerin hakkını verelim, el-Hakk da hakikati ortaya çıkarmış olsun 🙂
cevabınız içimde “hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?” yankısı yaptı… mayası teslimiyyettir bu dinin…çok haklısınız eskilerin tabirini hatırlatırken, bu noktayı atlamak hoş olmamış.
bir nokta daha var yanlış anlaşılmasın istediğim; çokluğu değil azı tercih etmek tembellik olarak algılanıp bu şekilde davranılmamalıdır.
“Bir baksana: Gökler uyanık, yer uyanıktır;
Dünya uyanıkken uyumak maskaralıktır!” (M.A.E.)
tekrar çok teşekkür ederim.