Film Yazıları-II Akahige (Kızıl Sakal)


Akira Kurosawa gelmiş geçmiş en büyük yönetmenlerden biri olarak kabul edilir. Akira’yı büyük yönetmen yapan şey filmlerinde insan hayatındaki olay ve olguları en yalın haliyle ortaya koymasıdır. O’nun filmleri fakirlik, gurur, iyilik,kibir, yalan gibi insan yaşamının en temel noktasında duran olguları sinema sanatını kullanarak anlatmasıdır.

Burada anlatacağımız film, yönetmenin 1965 yılında çektiği Red Beard (Kızıl Sakal)

Yönetmenin birçok filminde başrol oynayan   Toshirô Mifune yine başrolde.  Yönetmenin her biri sinema tarihi için köşe taşı olarak kabul edilen Seven Samurai, Yojimbo, Roshomon,  Sanjuro filmleri gibi ondan fazla filminde başrol oynayan   Mifune için Kurosawa’yı Kurosawa yapan aktör nitelemesi yapabiliriz. Bir aktör birkaç filmde çok iyi performans sergileyebilir. Bu da normaldir. Ama sözkonusu Mifune olduğunda bir deli, bir doktor, bir savaşçı oynanabilecek en iyi performansta oynanır.

Burada Akira’nın Kızıl Sakal filmini ön plana çıkarmamın nedeni Kurusowa’nın şimdiye kadar izlediğim filmlerinin arasında en iyi olduğunu kabul etmemdir.(kişisel fikir) Yaklaşık 3 saat süren filimde her biri fotoğraf karesi olan görüntüler, her bir oyuncunun yüksek performansla oynaması,  mükemmel bir hikaye ve Akira filimlerinde tartışmasız ilk sıraya koyacağım bir sinema şaheseri.

Konusuna kısaca, yeni yetme bir doktorun bizde doğu görevi olarak adlandırabileceğimiz tayin için gönderildiği bir hastanede Kızıl Sakal adı verilen bir doktorla tanışması ve yaşadığı değişimin hikâyesi diyebiliriz.

Filmde Yasumoto istemeyerek geldiği ve “fakirlik kokusunun” koridorlarda kol gezdiği bir hastanede görev yapacaktır.  Geldiği ilk andan itibaren Kızıl Sakal adı verilen hastane başhekiminin adını duymuştur. Kızıl Sakal’ın sıra dışı uygulamalarından hoşlanmaz ve hastaneden kaçmak için yollar arar fakat başarılı olamaz. Zamanla karşılaştığı insanlar yaşama farklı olarak bakmasını sağlar.

Bu filmi yakın arkadaş ortamında anlatsaydım “abi filmde küçük çocukla genç kızın bir diyaloğu var adamı mest ediyor ya” derdim.

Son olarak filmin ortasında verilen aranın gerçek zamanlı ve müzikle uygulanması  Akira’nın farkını ortaya koyuyordu.

Filmden  birkaç cümle

“- Hiçbir şey bir adamın son anları kadar heybetli olamaz.”

“- Bir at olmak isterdim

– At  mı ?neden?

– Atlar ot yer, Ot etrafta çok var.”

“- Güzel bir yere gidiyoruz

– Nereye

– Çok uzaklara, ama oraya gittiğimizde, yiyecek için endişelenmeyeceğiz ve hayat kolay orada”

http://www.imdb.com/title/tt0058888/

Bu yazı sizi meraklandırıp filmi izlemenizi sağlamayı amaçlıyor.

3 comments

  • “işittik ve iman ettik” hocam. en kısa zamanda izleyip üzerine konuşmak temennisiyle…

  • gerçek yaşamı olduğu gibi yansıtması en güzel tarafı. Hani Kemal Sunalın filmleri vardır onun filmlerinde olan doğallık burada da kendini göstermiş; ancak burada doğal komediden çok doğal kibir, aç gözlülük vs. insanın özelliklerini yansıtan durumlar ele alınmış. ölümün acı ve yanlızlığı. sefaletin kokusu sevdiğim bir iki cümle.

  • Henüz tüm filmlerini izlemedim Akira’nın ancak bu film gerçekten iyiydi; fotoğrafik anlamda çok zengin atmosfer ve anlatım; yalın ama bir o kadar vurucu konusu ve anlatım dili yanında, tıpkı rus romanlarında olduğu gibi, ilgili dönem ve coğrafya, sosyal hayat ve şartlar hakkında da oldukça bilgilendirici bir filmdi.

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s