Her şey sarayın damında deve arayan o deli dervişle karşılaşınca başlamıştı. Daha öncesi de vardı belki. Ama devranı döndüren hadise oydu. “Damda deve mi aranır” dediğinde Ethem; derviş delice bir cevap vermişti: “Ya sen? Kuş tüyü yataklar, süslü taçlar, altın sırmalı kürkler arasında Allah’ı arıyorsun ya!”
Dayanamadı artık. Gönlünün mirâcı tâcını, ayakları kalbinin derinliklerine kadar uzanan tahtını, sarayını, saltanatı geçti gözlerinin önünden. Kalbini sıkıştıran bu debdebe… Ve kendine biçilen role baktı: babasından kalan bu saltanat ve itibar, vezirlerin, komşu ülkelerin ve halkın beklentileri… İstikbalde yapacağı koca koca işler…
Dar geldi ona Belh Sarayı…
“Sultan sensin” deyip tacını başına geçirince, veziri neye uğradığını şaşırmıştı. Yanına bir lokma ekmek dahi almadan, o damda deve arayan dervişin peşinden koşmuştu…
Yol bulup vardı Hicaz çöllerine…
Ama Allah’ın işi işte; şöhret yine bırakmadı yakasını; “Allah yoluna bir fakir derviş olmak için tâcını tahtını terk eden İbrahim Ethem”, dillerden dillere dolaşıyordu.
Ama umurunda mıydı artık! Savaşın büyüğünü kazanmıştı o! Ordular başından, kendine hicret etmiş ve kazananlardan olmuştu.
Umurunda olur muydu!
Seneler yılları kovalamıştı… Yağmurlu bir akşam, hasta ve yorgun halde, bir camiye sığınmıştı. Kayyıma geceyi geçirmek istediğini söyleyince, kayyım: “Bu camiyi İbrahim Ethem yaptırdı. Her gelen kılıksız burada kalırsa, han olur burası” diye çıkışmıştı.
Han aradı o da. Yitik bir tane buldu. Oraya sığındı. Ebu Zerr düştü aklına. Hani Canlar Cânı Efendisi demiş ya ona; “Sen yalnız yaşayacak ve yalnız öleceksin Ya Ebâ Zerr”
Rabbisine teslim ediverdi ruhunu…
güzel olmuş emirim eline sağlık:) o deli derviş sen değildin diilmi:P bi yazım hatası var, onu belirteyim: “Damda devi mi aranır” deve demek istemişsin herhalde:) yalnız yaşamak ve yalnız ölmek varsa eğer kaderimizde, umarım bu ebu zerr’inki gibi olur duasıyla:)
ben de vaktiyle, bizim i.h.l’nin dergisi damla’nın 2000 baharında çıkaracağımız sayısı için bir biyografisini yazmaya çalışmıştım hazretin. şimdi bakıyorum da senin yazına ben baya gereksiz laf kalabalığı ettiğimi görüyorum vaktiyle o yazıda, sen kısaca derli toplu bir deneme havasında vermişsin vereceğini Emircim..
Yalnız menâkıb geleneğine farklı açılardan yaklaşmak lazım. malum her hâlin, her makamın gereği farklı olabilir ve olmuş da. Amma menâkıbda genellikle muhatab kitle durumu belli olduğundan mıdır nedir bilinmez; sülûku içre pek makamlar ve hallerden geçmiş ve tabiatıyla onaların gereklerini yerine getirmiş velilerin hayatları tek bir noktadan bakılarak verilmeye çalışılır çoğunlukla.. Demem o ki, sultan olan ethem içun şöhret körlük sebebi iken vakti gelib makamı ve hâli gerektirdiğinde vazifesinin gereği olabilir(tabi kendisi kalpten bunu yine istemez ama çalab’ın kalemi öyle çaldığını bilir, rıza gösterir -benzer bir durum için şeyh-i ekber hz.lerinin düşüncesi vahadaki ilgili kitap tanıtımında geçiyordu-)
böyle, bunlar geliverdi aklıma okuyunca…
eline sağlık gözüm.
hikayeden kendi payıma çıkardığım şudur: deve damda da aranır 🙂
rabbisi nedir? sevmiyorum bu kelimeyi. rabb’ine.
yazı güzelmiş 🙂
Kardeş senin Tanrı’na kimse bi şey di yo mu? 😛
bence çok da güzel olmuş. çıktı yapıp derste çocuklara okutacağım inşallah.