Edebiyatın klasiklerinden biri olduğunda şüphe olmayan Shakespeare, Hamlet adlı oyununda Hamlet’in hikayesini anlatıyor. Hamlet’in kral olan babası, kardeşi (Hamlet’in amcası) tarafından öldürülmüştür. Katil amca, hem krallığı hem de Hamlet’in annesini elde etmiştir böylece. Hamlet, babasının ruhuyla konuşup olanları öğrenince hikaye başlar. Hamlet’in amcası, annesi, sevdiği kız ve diğer karakterlerle olan ilişkisiyle örülüdür oyun. İnsanın farklı halleriyle dolu bir eser. Öyle veya böyle klasikleşmiş bir baş yapıttır Hamlet ve şu meşhur “olmak ya da olmamak” meselesi de bu eserde vâriddir.
Tadımlık:
“İnanma istersen yıldızların yandığına,
Güneşin döndüğüne inanma,
Doğrunun ta kendisini yalan bil,
Ama seni sevdiğime inan Ophelia.” s.48 (Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Baskısı)
“Sevgi mi kaderi kovalar, kader mi sevgiyi?
Daha kimseler çözmedi bu bilmeceyi.
Düşen büyük adamı en sevdiği unutur,
Yükselen züğürde düşmanları dost olur.
Sevgi talihin peşindedir diyecek insan
Bunca dost görünce büyüklere kul kurban!
Başı darda olan dayanak aramaya görsün,
Sözde dostları düşman kesilir bütün.” s.85
∗ Hadi Ensar Ceylan
shakespeare, başta insan sarrafı olduğunu gösteriyor bu eseriyle. insanı tanımanın ne kadar önemli olduğunu tekrar anlıyoruz. “varsa üzerine konuşulacak bir şey, bu insandır” cümlesini satır aralarında okuyabiliyorum, hamlet adlı çalışmada. insan söz konusuysa eğer çelişkiler de ortaya çıkar bir anda. bazıları fark etmez çelişkinin büyüsünü; ama shakespeare kesinlikle farketmiş. en yüce olduğunu düşündüğümüz anda bile hamlet’e şunları söyletebiliyor: “zalim oluşum iyi bir insan olmak için” işte insanın yazgısı… çelişkilerinden kurtulamamak… yazgı dedim değil mi? shakespeare’in kaderci olması da bence hiç tesadüf değil. eserin bir çok yerinde kadere teslimiyetin kaçınılmaz bir durum olduğu belirtiliyor, kimi zaman sarîh, kimi zaman kinâyeli lafızlarla. en çok sevdiğim taraflarından biri de bu oldu zaten. adam teslim olmanın kıymetini biliyor arkadaş! kitabın mecazı kullanışı da oldukça hoşuma gitti. bazıları “aşırıya kaçmış” dese de bence fevkalade büyüleyici. mecazın, hem nicelik hem de nitelik olarak bu kadar üst düzeyde kullanıldığı kaç eserle karşılaşabilirim bilmiyorum. bence bu, kitaba ayrı bir güzellik katmış. kısaca insanı tanımak için birebir derim. şimdilik söyleyeceklerim bu kadar. kitap elimin altında olsa bir kaç alıntı yapardım; ama o da sonraya kalsın.
acının mı yoksa aşkın mı daha büyüktür
insanda edindiği yer?
ne intikam ne ihtiras kazanmaktadır.
asilzadeler girerken soytarıların kazdığı mezara
ah ophelya sevgili ophelya
“yaman hasımlar karşılaştığında,
tokuşan kılıçların ucunda öfke birikmişken,
araya girmek sıradan varlıklar için tehlikelidir.”
ophelia’nın ölüm sahnesi çok dokunaklıydı:
“Orada çelenklerini asmak için belki
Tırmanırken söğüdün sarkan dallarına,
Kıskanç bir dal kırılıvermiş
Ve Ophelia düşmüş bütün çiçekleriyle
Gözyaşları içine ırmağın.
Etekleri açılıp yayılmış da sulara
Bir süre kalmış ırmağın üstünde deniz kızı gibi
Başına gelenden habersiz,
Ya da sularda yaşamak için yaratılmış gibi,
Türkü söylüormuş Ophelia
Bölük pörçük eski halk türküleri.
Ama ne kadar sürebilir bu?
Su içip ağırlaşınca etekleri
Kesip zavallıcığın güzelim tatlı sesini
Ölüm çamurlarına batırmışlar Ophelia’yı.”
dünkü yazısında dücane hoca bazı ressamlardan bahsediyordu. bir tanesi de millais’di. hazretin, ophelia’nın ölümünü konu alan bir çalışması varmış. wikipedia’dan çıktı çok şükür. buyurun siz de bakın ve ophelia’nın güzel sesine kulak verin:
“En eski centilmenler; bahçıvanlar, hendek kazanlar ve mezarcılardır. Onlar, Adem babanın mesleğini takip ederler.”
“Sana bir daha bu soruyu (en sağlam bina yapan kişi) sorarlarsa “mezarcı” dersin. Onun yaptığı bina kıyamete kadar dayanır.
hamlet benim aklımda diyalogların şahlanmasıyla kalacak. bu diyalogların başında mezarcılar var.
İnsan zihninin dolambaçlı yollarında uzun bir gezi hamlet. Okuduğunuzda başka coğrafyalarda da olsak aşk, ölüm, ihanet, acı gibi değerlerin ne kadar ortak olabildiğini görürsünüz. Sevgilinin ölümü herhalde ancak Ophelia’ya yazılanlar kadar güzel ve dokunaklı anlatılır.
Polonius’un Leartes’e tavsiyeleri Şeyh Edebali’nin Osman Bey’e tavsiyelerini andırıyor mesela.
“Faziletin kendisi bile iftiradan kurtulamaz” daha ne desin şekspir.
bu kitabı beğenmedim nedenlerini bir iki maddede toplayabilirim:
birincisi iddia edildiğine göre Shekespear bizim Yunus Emre’mize denk geliyormuş yani sözleri sade ama söylenmesi zor olan cümleler kuruyormuş, bunu iddia edenler herhalde bu kitabı okumamış olacak. Shekespear’de her ayrıntıyı boyamak ve güzelleştirmek gibi bir hastalık var. eğer Shekespear’in iddiası doğallıksa bu gerçekleşmemiş demektir.
İkincisi: her ayrıntı göz ardı edilmediğinden ve ayrıntılara boğulduğundan hareketle şunu da diyebiliriz her sözde bir kavram açıklama veya öğretmenlik edası var bunu Hamlet’te de görürüz, Ophelia’da da görürüz, kendi ruhunu satan kralda da görürüz
üçüncüsü: karakterler iyi kurulmamış bundan kastım sanki insanlar öyle oldukları için davranmıyormuş da öyle olmak istedikleri için davranıyorlar. Hamlet intikam almak zorunda kendini hissederek annesine bile ders vermek istercesine davranıyor, biriyle konuştuklarında dışarda biri daha var ve onu da dinlediklerinden bir şey çıkarmaya zorlamamız gerek gibi bir örgü hakim, bu yüzden yapmacıklaşıyor konuşmalar. asıl hedef karşıdaki değil de bu sahnenin dışındakiymiş gibi… buradan hareketle dördüncü olanı yani kişilerin diyaloglarındaki kopuklukları da söylemek isterim
beşincisi: sahneler arasında kopukluk var bir adam nasıl ölü babası hakkında bir sahne önce kavuşmak için can atsın da bir sonraki sahnede onu yerin dibinde köstebeğe benzetsin.
altıncısı: mekan duygusunu bize veremiyor eğer diyaloglardan önce mekan tasviri olsaydı bunu aşabilirdi.
yedincisi: illaki trajik bir sonla seyircileri ağlatma merakına düşüyor.
bunların dışında bir metin olarak değerlendirildiğinde psikolojik derinlik üst düzeyde Shekespear’in bu hikayeyi başka bir yerden aldığı düşünülürse hikayenin bayatlığı o kadar da kendisine hamledilemez.
benim temel takıldığım nokta diyalogların doğal olmaması biraz Homeros var gerçi Byron da bundan etkilenmiş olabilir ama Homeros’unki destan Byron’un ki kantolar yani şiir olarak başarılı bulunabilir ama diyalog olarak başarısız. Gothe’nin mektuplarından birinde arkadaşına yakındığı gibi eğer bir eser üzerinde fazla oynanırsa o doğallığını yitiriyor ben bu metinde bunu hissettim.
en sevdiğim diyaloğu
diliniz bıçak gibi keskin
bilemeye kalkışmayın inletir sizi
Bu arkadaşı hakkını verebilecek şekilde İngilizcesinden okuyamadan edebi diline birşey diyemeceğim ama tercümesi vasat idi.
Muhteva fena sayılmaz, dönemin edebi anlayışını da bilmeden yargılamanın çok doğru olmayacağını konuşmuştuk vaktiyle.
Geçen gün Hayyam’ın mısraları ile tekrar hatırladım, mezarcıyı filan andım, şöyle dimiş Hayyam hazretleri:
“Gidiverdim dükkanına testi yapanın
Gördüm ustayı duruyordu başında çarkın
Cesurca, testiye kul ve de baş yapmaktaydı
Elinden dilencinin, başından padişahın..”
ve bir de şöyle:
“Aklın varsa, ayağınla, testici aman sakın!
Daha ne kadar çiğnersin, toprağını insanın,
Feridun’un parmağını, Keyhüsrev’in elini;
Atmışsın çarka ki, sen, neyi tasarlamaktasın..”
Charles Bukowski: “Okunurluğu zayıf ve fazlasıyla abartılmış bir yazar bence. Ama kimse bunu duymak istemiyor. Görüyor musun, tapınaklara saldıramıyorsun. Yüzyıllarla yerleşmiş bir yazar Shakespeare. ‘Kanımca bilmem kim kötü bir aktör!’ diyebiliyorsun. Ama ‘Shakespeare kötü bir yazardır’ diyemiyorsun. Bir şey ne kadar eskiyse züppeler ona o kadar yapışır, vantuz gibi”.
Samuel Johnson: “Shakespeare’in art arda altı hatasız dizesi yoktur”.
Mickey Spillane: “Shakespeare kendi döneminin sıradan, pratik bir yazarıydı”.
Alfred North Whitehead: “Bugüne kadar Kral Lear’ı okumayı başaramadım!”.
Tolstoy: “Shakespeare’in dördüncü sınıf bir yazar bile sayılamayacağını kanıtlayacağım. O, insan özelliklerinin ressamı olarak da bir sıfırdır”, “Her şey olabilirdi; ama sanatçı değildi”, “Kral Lear çok kötü bir dram, çalakalem yazılmış, ancak tiksinti ve sıkıntı verebilir insana”, “[Othello] Shakespeare’in en az kötü dramı olmakla birlikte, bir cafcaflı sözler örgüsünden başka bir şey değildir”. Ve gençlik idolü Hamlet onun için artık sadece “yazarının gramofonudur, onun düşüncelerini yineler durur”.
kucuk emrahin filmleriyle bi farki yok.. Hamlet esittir kucuk emrah