Medeniyet-Kültür ilişkisi (2)


■ Bu yazinin ilk kismi icin tiklayin.»

Toplum gibi, insan hayatı ve faaliyetleri üzerinde etkili olan bir başka unsur da, coğ­rafyadır. İbn Haldun, göçebe ve yerleşik halk kültürlerini, büyük ölçüde, coğrafya­nın eseri olarak görür. Gerçekten de insan hayatının dağlarda, sahillerde, çöl, orman, ılıman ik­lim veya tropik bölgelerde kazandığı farklı şekilleri görmemek mümkün değildir. Üs­telik coğrafyanın insan hayatı üzerindeki bu etkisi yalnız kültür ve medeniyetlerin doğu­şuna değil, onların değişik özelliklere sahip olmalarına da neden olmuştur. Nehir, yay­la, bataklık, takımadalar ve kara tipi mede­niyetlerde coğrafyanın etkisi açıkça hisse­dilir. Ancak, benzer coğrafi bölgelerde farklı kültür ve medeniyetlerin doğuşu, bu etkinin mutlak olmadığını gösterir.

Medeniyet tarihçilerinin üzerinde dur­dukları başka bir konu da medeniyetin kö­keni, gelişmesi ve yayılması meselesidir. Bu konuda pekçok görüş ortaya atılmış ol­makla birlikte, en önemlileri “gelişme” (ev­rim) ve “yayılma” (diffusion) teorileri ile ‘dini görüş’tür.

Medeniyetlerin ortaya çıkışı ve yayılma­sı meselesinde bazı antropologlar gelişme fikrini benimsemişlerdir. Bunlara göre in­san hayatında görülen gelişme, sosyal bir gelişmedir ve sürekli olarak basitten karma­şığa (ilkelden medeniye) uzanan bir seyir takip etmiştir. Bu nedenle medeniyet, vahşet devirlerinden bugüne kadar sürekli bir ilerleme gösteren insan kültürünün eseridir. Medeni gelişme ya tek doğrultu takip etmiş (doğrusal evrim), ya aynı şartlar altında pa­ralel ilerlemeler görülmüş (paralel evrim) veya zaman zaman duraklamaların görül­düğü bir gelişme (basamaklı evrim) olmuş­tur. Konuyu pozitivist bir yaklaşımla ele alan ve pek az tarihi belge ve arkeolojik bul­guya dayanan evrimciler, insan ruhunun birlik ve ayniliğine inandıklarından, aynı şartlarda değişik insan topluluklarının aynı medeni gelişmeyi gösterebileceklerine inanmış, fakat bu görüş büyük ölçüde eleş­tiriye uğramıştır. Eğer bu görüş doğru ol­saydı, insanlık tarihinde tek bir kültür ve medeniyetin bulunması gerekirdi. Oysa medeni gelişme tek doğrultuda olmamış, zaman zaman duraklamalar ve değişmeler göstermiştir.

Yayılma teorisini benimseyenler ise ev­rimcilerin aksine, insan ruhunun icat yerine taklide eğilim gösterdiğini, bu nedenle her­hangi bir ihtiyaca cevap verecek bir aracı başkasından almayı, onu yeniden icat etme­ye tercih ettiği temel görüşünden hareket ederler. İnsanın bu özelliğine İbn Haldun da dikkat çekmiş, ve “taklitler teorisini” ge­liştirmiştir. Bunlara göre medeniyetler, be­lirli şartların bulunduğu bir dönemde, belli bir bölgede ve belli bir toplum tarafından ortaya çıkarılır, geliştirilir ve gelişen bu kültür ve medeniyetler oradan komşu top­lumlara ve dünyaya yayılırlar. Yayılma, su­ya atılan bir taşın oluşturduğu halkaların genişleyerek yayılması gibidir. Atın evcil­leştirilmesi, tekerleğin ve yelkenli gemile­rin icadı, madenciliğin gelişmesi yayılmayı kolaylaştıran ve hızlandıran bir unsur ol­muştur. Yalnız bir bölgede ortaya çıkan ve medeniyeti oluşturan teknoloji, sanat, din, düşünce, örf ve adetler gibi kültür unsurları kaynaklarından uzaklaştıkça orijinallikle­rini kaybetmişlerdir. İşte böyle bir kültürel oluşum için en uygun yer Mısır’dır. Daha sonra Mezopotamya, Hindistan, Çin ve Or­ta Amerika gibi başka medeniyet merkezle­rine de dikkat çekilmiş ve buralarda görülen medeni gelişme de aynı görüş doğrultusun­da açıklanmaya çalışılmıştır. Ne var ki, gü­nümüzde bu görüş de birçok eleştiriye uğra­mış ve yıpranmıştır. Değişik bölgelerdeki kültür unsurlarında görülen benzerliklerin, eşyanın fonksiyonundan ileri gelebileceği­ni, bu benzerliklerin yayılmaya delil teşkil edemeyeceğini öne sürenler vardır. Aynca bir bölge halkının, komşularından gelecek medeniyeti, büyük bir kültür değişikliğine uğrayarak aynen alması çok zor görülmek­tedir. Yakın bölgelerdeki farklı medeni ge­lişmeler de (Mısır yazısı ile Fenike yazısı arasındaki fark gibi) bu görüşe yöneltilen eleştiriler arasındadır.

Medeniyetin kökeni ve yayılmasını din de etkilemiştir. Günlük hayatın herhangi bir safhasında din kadar derin etki yapan başka bir sosyal kuruma rastlamak mümkün değildir. Bu, is­ter ilkel, ister gelişmiş olsun, bütün toplum­larda böyledir. Üstelik dinin insan faaliyetlerine etkisi, sadece Allah ile kul arasındaki ilişkilere inhisar etmemekte, aksine bütün beşeri faaliyetler bu etkiye açık bulunmak­tadır.

Kur’an’da “Allah, Adem’e bütün isimleri öğretti” (Bakara, 31) ayetiyle ilk insan olan Adem’e isimlerin öğretildiği ve bir dile sa­hip kılındığı, ona bildiklerini çocuklarına aktarması imkanının verildiği belirtiliyor. Böylece ilk insanla birlikte ilahi kaynağa bağlı ilk kültür de ortaya çıkmış olmakta­dır. Gerek Hz.Adem ve çocuklarının vahye da­yalı bu kültürü, gerek daha sonra gönderi­len peygamberlerin tebliğleri, ilkçağların kültür ve medeniyetlerini oluşturmuştur. Üstelik bu tebliğleri onu kabul eden insan­lar tarafından dünyanın her yerine taşınmış­tır. Şu halde medeniyetin kökenini dinde aramak gerekir, tek dinle -ki o da Hz. Adem’in getirdiği ilahi dindir- başlayan ve özünde vahye dayalı unsurlar bulunan kül­tür, her yeni gelen peygamberin tebliği ile desteklenerek sürekli bir gelişme göster­miş, vahiy esasına dayanan medeniyetlerin ve o medeniyetleri temsil eden toplumların çöküşü ise, dini esaslardan ayrılmalarının sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Böylece in­sanın Allah’a itaati ile yükselen medeniyeti, yine onun Allah’a isyanı ile yok olup git­miştir.

Eski Asur, Mısır, Yunan ve Roma medeniyetleri tarihteki putperest medeniyetlerden bazılarıdır. Bu toplumlarda, yaşayan ve ölmüş bazı kişiler ilâhlaştırılarak putları yapılır ve onlara tapınılırdı. İnsanları birbirine öldürterek veya aç arslanların önüne atarak seyretmek Romalıların en büyük zevklerinden biri idi. Bu toplumların ürettikleri medeniyetlere bakıldığında, sadece hipodrumlar, piramitler ve putlara tapınılan puthanelerin kalıntıları görülebilmektedir. Bu toplumların kültürleri, insanın insana tahakkümü ve ilâhlık taslaması temel düşüncesinden kaynaklandığı için bu medeniyetlerin geniş halk kitlelerine yansıyan tarafı, ezilip horlanmaktan başka hiç bir şey değildir.

■ Bu yazinin ucuncu kismi icin tiklayin. »


Muhammed Tandoğan



One comment

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s