■ Bu yazinin ilk kismi icin tiklayiniz.
■ Bu yazinin ikinci kismi icin tiklayiniz.
Cevaptan anlaşıldığı kadarıyla yapılması gereken, devletinin yararına olan değil mi? İnsan fert olarak kral dahi olsa bir değeri yok devletinin gözünde, esir düşerse devletin onu önemsemeyecek, hasta olduğunda hayatını uzatmayacak.
Mutluluğu elde etmek için devletin ve kralın herkesin iyiliğini gözetmesi, herkesin kendine düşen görevleri yapması akraba gibi olup birbirine arka çıkması lazım.
Kimisine altın kimisine gümüş cevherli dedin sınıflı bir toplum oluşturdun şimdi de aile oldular diyorsun. İnsanlar bebekleri leyleklerin getirdiğini söylermiş kargalar da onlara katılarak gülermiş. Farz edelim, altınla gümüş birbirine karışık… Mesela; bir kişi iyi bir hatip ve iyi bir çömlekçi olamaz mı? Çömlek taşını dilinde döndürerek kekemeliğini giderip mükemmel hatiplik edemez mi? Sen insanların tek yeteneği olduğunu farz ediyorsun. Hadi öyle oldu diyelim vatandaşın yeteneğini ne şekilde belirleyebileceksin ki?
Kafadaki karışıklık insanı farklı ve anlamsız düşünmeye iter, kabiliyetler de bir yere aittir mesela şu odanın içine demetler şeklinde yayılan lirin yaptığı görev ancak birdir, müzik çalmak. Aynı şekilde insanların da görevi birdir onun dışına çıkmak toplumu mutsuz yapar. Eşitlik ve mutluluk ancak bu biçimde kurulur.
Eşitlik dediğinde, sen ya da Adeimantos’un kadınların demokraside erkeklerle eşit olacağından yakınarak sarf ettiğiniz sözleri kastediyorsun herhalde?
Aynı eğitime tabi tutulmamış insanlar için tabii ki bunu diyeceğiz. Yıldızlar kendisini görmeyi beceremeyenle ilgilenmez herhalde.
Geldiğimde kafanı tavandaki tahtalara gömmüştün, neden?
Yıldızları ancak zihnimizle algılarız, ne kadar yıldızlar arasındaki düzeni anlayabilirsek kanunlarımız o kadar mükemmel olur, ben de ilham alıyordum onlardan.
Ama Homeros’un yazdığı yıldızlardan terennüm değil sözlerinden anladığım kadarıyla.
Evet.
Ancak senin mağaranın dışına çıkabildiğin anlaşılıyor. Kabuğu içindeki kaplumbağanın dünyayı anlatması gibi evreni anlattığını sandın. Senin söylediklerin olsa olsa mağaranın dışındaki gölgeler kadar gerçek, mağaranın önünden geçenlerin taşıdıkları kuklalar kadar iradeli. Neyse kafama takılanları cevaplarını aldım, nasıl oldu da bana bir sandalye vermedin ayaklarımın acısının izi çıktı yerde. Gitme zamanım geldi bak ufukta tırpanlanmış insan leşleri. İdrak edemediğim bir şey daha var o kadar az konuşmamıza rağmen gece bitti ama sen bütün devletleri bir akşamda kurup yıkmayı becerdin.
Soruların bittiyse sana bir şey sormaya hakkım var, sen kim oluyorsun tam olarak.
Bilmiyorum. Söylesem mi? içindeki daimonion her halde.
Ciddi misin?
Hayır.
Seni sonra görebilecek miyim?
Sanmam, bana oturacak iskemle dahi vermeyen bir adamın evine neden yeniden geleyim. Merak ediyorum bunca konuşmadan sonra hala sistemini savunuyor musun?
Senin dediklerinin hepsini cevaplamama rağmen mi? Yarın ne yapacağımı sormanı isterdim. Bir gemiye binip devletimi kurmak için İtalya’ya gideceğim.
Bu sistemle mi?
Evet.
Bunu yapmanı tavsiye etmem.
Nedenmiş o.
Bu sistemle ancak köle olursun.
Göreceğiz ne olacak atide. Son bir soru daha, niçin bana sürekli üstat diyorlar.
Bugünlerde çok moda.
Tan atıyordu. gül, kan çanağı kızıllığında.
Tanrı yerdekilerin sözünü dinler gibiydi.
Sükut eteğini toplamış yürüyor dağlara
Kuzgun, çığlıklarıyla didiklerken çiçeklerini
Tan atıyordu semada, yığınla insan ölüsü
Tanrı yerdekilerin gözünü deler gibiydi
Kanatlarını açmış, akbabalar pisliyor göğe
Bataklarda yuvarlanan, kara fare sürüsü
Yavaştan doldu yelkenin en yumuşak karını
Üfleyerek yaratıyor soludukça yaratan
Rüzgar bugün rahatsız, sarsılarak öksürüyor
Öpüyor tuzlu sular, sefine dudaklarından
Yavaşça boşaldı, geminin burunu geminden
Üfledikçe yaralıyor soldurarak yaratan
Tavanda yıldızlar kayıp, düğümler çözülüyor
Aşık, saçın ayırıyor limanın kollarından
Bir gül parmak doğuyor, bir adam sır oluyordu
Devriliyordu mağralarında kocaman devler
Bir piyes oynanıyor Sokrat baldıran içiyor
Bir tiyatro yazılıyor üstat yıpranıyordu.
son
∗ Halim YAR
ve kullar bu oyunu ayakta alkışlıyordu..
ve kullar bu oyunu ayakta alkışlıyordu.
eskiler “hitâmu’l-misk” derlerdi böylelerine. şiirin çok güzel üstadım (moda olduğu için demiyorum). ellerine sağlık…
eline sağlık…
yazınızı çok beğendim şiiriniz ise ayrı bir tat olmuş elinize sağlık