Bir Devrin Yattığı Yer


Osmanlı bir devirdir ve bu devrin yattığı yer Süleymaniye’dir. Süleymaniye Kütüphanesi, yaklaşık 90 bin yazma ile Osmanlı düşüncesinin (malesef) yattığı yerdir. Yattığı diyorum; çünkü henüz bu 90 bin cild içinde bile kaç kitap olduğunu bilmiyoruz. Bu cildlerin bir çoğunda birden fazla kitap var; ve biz Süleymaniye’nin tam ve sağlıklı bir kataloğuna bile sahip olmadığımız için elimizdeki hazineden habersiz yaşıyoruz. Bu halde yaşadıkça kaybeden olacağımızı da bilmiyoruz. Sözün kısası kör, sağır ve dilsiziz bu konuda.

İslam yazmaları konusunda Türkiye ve özel olarak Süleymaniye Kütüphanesi ayrı bir yere sahip. Öyle ki İslam düşünce tarihi hakkında söz söylemek isteyen birisinin yolu Süleymaniye’den geçmiyorsa, bu söze peşinen itibar etmeyebiliriz. Çünkü Süleymaniye Kütüphanesi belki de en çok İslam yazmasının bir arada bulunduğu mekan. Özellikle Gazâlî sonrası İslam düşüncesinin, adeta beşiği Süleymaniye’dir. Bu bakımdan, Türkiye’de yaşayan ve bu topraklarda ilimle meşgul olmak isteyenler kendilerini çok şanslı addetmeliler. Ellerinde koca bir düşünce tarihinin kuyûdâtı bulunuyor. Bu kütüphanede Gazâlî, Râzî, Teftâzânî, Curcânî, Molla Fenârî, İbn Kemâl ve diğer bir çok üstadın parmak izlerini, “hakikate dokunmaya” çalışan mütevazı parmak izlerini bulabiliriz.

Peki önümüzde duran bu hazine karşısında biz ne yapıyoruz? Size durumumuzu çok çarpıcı bir şekilde özetleyebilirim. Süleymaniye Kütüphanesi’nin bir okuma salonu var. Bu okuma salonunda 12 adet bilgisayar bulunuyor. Bu bilgisayarlarda, neredeyse tamamı dijital ortama aktarılmış olan yazmaları okuyup inceleyebiliyorsunuz. Yani imkanlar, Türkiye şartlarında fevkalade. Ama gelin görün(!) ki bu 12 bilgisayarın aynı anda dolu olduğu bir zaman dilimi yok. Bir düşünce tarihi için topu topu 12 bilgisayar ayrılmış; ama bu kadarı bile fazla geliyor. Süleymaniye’nin günlük ziyaretçisi, araştırma için gelenleri nazar-ı itibara alırsak, herhalde ortalama 15 ila 20 arasındadır(abartmış olabilirim). Gördüğünüz gibi kimsenin Süleymaniye gibi bir derdi yok. Kimse, oradaki üstatların elinden tutmayı ve baraber bir gezintiye çıkmayı bırakın düşünmeyi, hayal bile etmiyor. Neden?

Sebebini bulmak zor değil. İslam düşünce tarihinin özellikle Gazâlî sonrası bölümü, bu düşünce tarihine saygısı olmayanlar tarafından hep hor görülmüştür. Bu insanlar, hep orada bir şey olmadığını iddia etmişlerdir. Hep tekrardan ibaret bir düşünce tarihi kurgulamışlar ve tekrarın bile kıymetinden habersiz oldukları için bu tarihe hakaret etmişlerdir. Kaldı ki tekrar olduğu iddiasını dahi kanıtlamaktan acizdir bu insanlar. Çünkü onu okuyup değerlendirebilecek donanımdan yoksunlar. Cahil insanın yapabileceği en kolay şey reddetmek, inkar etmektir. Bir şeyin varlığı bilinmiyorsa, en kolayı onun varlığını inkar etmektir. Dolayısıyla bu insanlar, hakkında cahil oldukları şeyi inkar ediyorlar. Bu tarihin yatağı da Süleymaniye olduğu için, bu iftiradan etkilenenler Süleymaniye’den uzak kalıyorlar.

Hiç şüphe etmeden söyleyebilirim: Cumhuriyet Türkiye’si -bazı istisnaları var- bahsettiğim düşünce tarihinin cahilidir. Şimdi yapmamız gereken, öncelikle bu düşünce tarihini var kabul etmek. Öyle veya böyle burada bir düşünce tarihi var. Düşünceye saygı duyuyorsak, en azından bu kadarını teslim etmeliyiz. Sonra bu düşünceyi tahlil edebilecek donanıma sahip olmalıyız. En sonunda, yapabilirsek eğer değerini takdir ederiz. Ama ne olur önce hep beraber Süleymaniye’ye gidelim. Hadi! Hep beraber kütüphaneye…


∗ Hadi Ensar CEYLAN



17 comments

  • Osmanlı bir devirdir, üç kıtada at koşturan, cihad yapan kısacası savaşan ve bu topraklarda İslam’ı yayan…Biz hep onun bu yönü ile övündük, çünkü hep bu öğretildi bize ve Cumhuriyet Türkiyesi’nin önümüze hazır getirdiği harfler bu düşünceye bizi cahil yaptı. Bağlı olduğumuz zamandan koparıldık düşünce olarak ve başka bir şekilde bağlandık. Böylece de anlamadıklarımız işte Süleymaniye vb. yerler de unutuldu. Bizler yerine toz ve örümcek ağları ile arkadaş oldular belki. İyi bir hatırlatma olmuş gaflet halinde iken hala…Kaleminize sağlık…

  • hadicim yazın için teşekkür ediyorum.
    bahsettiğin hazineden mahrum olmamızın en büyük sebebi arapçayı bilmemektir. gerek kendi iradesizliğimizden gerek şartlardan dolayı hazinelerimize gidecek anahtar maalesef elimizde değil.vaha dergisinde konuyla ilgili medrese usulüne dikkat çekmiştin. şu ana kadar ben “okulda almış olduğum eğitimle arapçayı biliyorum” diyen bir insan görmedim. yani arapçayı bilen insanlar medrese usulü eğitim sayesinde bu dili biliyorlar. fakat bu dile giden tek yol bu dilin öğretildiğini iddia edilen kurumlarda maalesef yok.inşallah bu durum değişir.
    Allah ilim öğrenme aşkını bize nasip etsin.

    inşallah

  • yazını sabah yorumladım ama hepsi bir şekilde silindi.
    aynısını yazmaya çalışacağım.
    Yazın ateş püskürüyor, isyan bayrağı açıyor ama çözümler de sunuyor. yani boş devrimciler gibi sadece yıkmak ve yerine bir sistem getirememek şeklinde bir acziyete düşmüyor bu yazı.
    bu meseleyi ben de uzun zamandır kafamda kuruyordum, bir komisyon toplansa her üniversiteden on kişi bu iş için gönüllü olsa bu çeviriden bu devinimden kesinlikle Cumhuriyet tarihinin en büyük sanat ve edebiyat ve de ilim faaliyeti ile semereleri ortaya çıkacak.
    Cumhuriyet tarihinde benim gözümde şu ana kadar devlet tarafından ortaya koyulan en iyi kültür faaliyeti pek hazzetmesem de Hasan Ali Yücel tarafından gerçekleştirildi. Bugün hala eski Meb baskısı birkitap gördüğümde heyecanlanmamın sebebi kitapları çevirenlerin dili ustalıklı kullanmaları, ince işçilikleri ve eski Türkçe’nin asaletidir.
    Ve istenen oldu bugün çeviriler bazıları müstesna olmakla birlikte tilciklerden oluşan bir şablon.
    Bir tiyatrocunun dediği bir şeyi aktarmak istiyorum: “Bizim gençlerimizin\ neslimizin kullandığı kelime sayısı yedi yüz elliyi geçmiyor yani bir Afrika kabilesinin kullandığı kelime sayısı. ağlanası bir durum. kelimelerimiz olmadan düşünmek şöyle dursun fark edemiyor ayırt edemiyoruz bile…
    Toparlamam gerekirse bu ülkenin en büyük sorunu olan hafızasızlığa parmağını kanırtırcasına basmışsın, kelime hazneni kullanmayı da ihmal etmeden. Senin sürekli dediğin gibi Hadi hocam “en son umut ölür” inşallah bu iş bizlere kalmadan halledilir.
    Şekilciliğine ve detaylarda boğulmadan işi aynı merkezde toplamana ve dil yeteneğine aşk olsun. Ben şimdi diyorum ve ileride diyeceğimi umut ediyorum Altan mı kim o\onlar?(abartmıyorum)
    Yeni yazını daha bir heyecanla bekliyorum.
    Bu arada Kültür Bakanlığına bir dilekçe yazsak eski Meb kitapları için bir gelişme olur mu? Yani yeniden basılmayan bir sürüsü mevcut…

    • bir yayınevi “hasan ali yücel” serisi başlatmamış mıydı Halim? Hasan Ali Yücel pek hayırlı bir iş yapmıştır gerçekten; yaşadığı dönemde müslümanlar(!) onu solcu(!) bilse de çocukluğunun büyük bölümü bir mevlevihanede geçmiştir.. O atmosferin ve terbiyenin yaptıklarında büyük etkisi olsa gerek..

  • estağfirullah üstadım, biz sizin meclisinizde çaycı oluruz ancak.
    sâkî mi deseydim 🙂

  • Zaten Osmanli’yi medeniyet yapan sey bu kutuphane degil miydi? Gazali sonrasi oldugu kadar, Gazali oncesi donemin en onemli eserlerinin onemli nushalari da orada bulunyor. Onlardan uzak yapilan calismalarin basibozuklugunu, tutarsizligini yada en hafiften yetersizligini gormek icin herhangi bir kitapciya gidip Islam arastirmasi adindaki kitaplari inceleyiniz. Sanki batililar bulmadan once nerdeyse bin yil kultur hazinemizde birsey yokmuscasina yaziliyor hepsi de. Felsefesi de, hadisi de, teknik bilimleri de boyle. Yolumuz oraya ugramadan, bu donguden cikmamiz mumkun gorunmuyor.

    Hatirlatman icin sagol kardesim, yalniz bu yaziyi ve yorumlari okuyan, artik ciddi bir vebaldedir. Haberi ola!

  • Yaw birâderân!!! Ben şu kitabı (Ankara 2005) daha evvel hiç görmemiş-duymamıştım; göreniniz, duyanınız, hattâ şöyle “canlı canlı” eline alıp da bakanınız, hattâ ve hattâ baştan sona okuyup bitireniniz oldu mu?…

    => http://www.kitapyurdu.com/icsayfalar.asp?id=450043&sayfa=450043-2.gif

    => http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=450043&y=10021

    Hâdiciğim sağolsun, bu meseleyi ne kadar gündemde tutsa(k) yeridir…

    Bu arada, “Hadi! Hep berâber kütüphâneye” yerine, “Ha’Y’di! Hep berâber kütüphâneye” yazsaydı, işi “kişiselleştirmemiş” olurdu 🙂

      • kitap önemli bir konuya dikkat çekmesi bakımından iyi; ama ayrıntılı bir tahlil vermiyor. zaten kanaatimce bolay, bu konuyu anlamak için yeterli bir insan değil. osmanlı hakkında söz söyleyecek adamın, önce bu paradigmanın temel metinlerini okuması gerekir. kitabı baştan sona okumadım. ama okumamamın sebebi de buydu. kitap malesef başarısız. ben bunun yerine ihsan fazlıoğlu’nun bir giriş mahiyetindeki şu makalesini tavsiye ederim: http://www.ihsanfazlioglu.net/yayinlar/makaleler/1.php?id=200 gerçekten güzel bir başlangıç.

      • Hâdi: Ben bunun yerine İhsan Fazlıoğlu’nun bir giriş mâhiyetindeki şu makalesini tavsiye ederim

        Eyyyvallaâaâhhh!!! “Bilen adam”ın hâli de başka oluyor canım!!! Uzuun zaman evvel haberdâr olmuş bulunduğum bu siteyi -ve müşârün ileyh makâleyi- “refleksif olarak” hatırla(t)mak keyfiyeti, nasıl kaçtı benim dikkatimden ulan, âhh!… Amma birâderân sağolsun, vâr olsun, şâd ü handân olsun ki, yettiler imdâda…

        Zâten “Selçuklu + Osmanlı Felsefe-Bilimi” dendi miydi, akla ilk gelmesi gereken üç-beş adamımızdan biridir Fazlıoğlu… (Ayrıca Hâdiciğim, Bolay ve mezkûr eseri hakkında söylediklerin de doğru.) Bu arada, ben, işbu “Osmanlı-İslâm Tefekkür ve Medeniyeti”nin hem ferd’ini, hem de bu ferdler’den müesses-müteşekkil cemiyet yapısını kavramak için; Osman Turan Hoca’nın -“Selçuklular ve İslâmiyet”, “Selçuklular Târihi ve Türk-İslâm Medeniyeti”, “Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Târihi” başta olmak üzere- hemen hemen bütün eserlerini, yanı sıra da İsmâil Hâmî Danişmend’in Türkler’ini ŞİDDETLE tavsiye ederim… Bu son zikrettiğim eserin özgün ve tam adı, “Garb Menbâlarına Göre Eski Türk Seciyye ve Ahlâkı”dır kiii… Böyle bir başlık bile, “ârifân”a çok şey ifâde etmeye yetse gerektir… Şahs/iyyet ve Cem’iyyet… Anlatmak istediğim şeye işâret bakımından (eski ve “gerçek” Türkler, nasıl “adam”lardı), asâlet ve hikmet yüklü bir-iki misâl, Hâdi’nin dikkat çekip salık verdiği yazıda da var zâten…

        Şimdilik son olarak; Sizlerin de, Devlet-i Aliyye’nin tanındıkça, daha ve daha şedîd, kesîf, dehşetengiz bir hayranlık duygusu uyandıran Âklî-Nazarî ve İlmî-Usûlî Mirâsı’nın, “Türk ilâhiyat câmiasında, giderek daha açık ve geniş (derinlikli?) bir ilgiye konu olduğu” yönünde bir gözlem ve izlenim sâhibi olup olmadığınızı merâk ediyorum… (Somut isim/ler vermekten, “riski” sebebiyle kaçındığım gibi, böyle yapmak birazcık hoşuma da gidiyor: Birâderân, arayıp bulacak, ve gerektiğinde “masaya döküp” tartışmayı da ihmâl etmeyecektir nasıl olsa…)

  • Çok teşvik edici bir yazı kaleme almışsın Hadi, teşekkürler…İnşallah en yakın zamanda ziyaret ederiz.
    Konu kütüphaneden açılmışken yakın zamanda öğrendiğim bir bilgiyi -bilmeyen arkadaşlar için- paylaşayım istedim.
    19.yy sonlarında olması lazım, Osmanlı Şeyhülislâmı Arif Hikmet Bey bir kütüphane kurduruyor Medine’de. 5.000 küsür el yazması eserin ve pek çok matbu’ eserin varlığından söz ediliyor. Tabii Arif Hikmet Bey bu kütüphanenin toplanması için maddi-manevi büyük çaba sarf ediyor. En nadide eserleri bulup getirtiyor tüm İslâm dünyasından, vakfediyor.
    İslami ilimler ağırlıklı olmak üzere felsefe, tıp, kimya, edebiyat, matematik, geometri vb. pek çok ilme dair eserler var kayıtlarda. (Türk-İslâm edebiyatına dair olduğu halde Türkiye’de bulunmayan eserler bile bulunuyormuş.)
    Ali Ulvi Kurucu Hoca’nın görev yaptığı kütüphane de bu kütüphane bu arada.
    Eskiden -şu andaki- Mescid-i Nebevi sınırları içindeymiş ancak genişletme çalışmaları esnasında yıkılmış ve başka bir yere nakledilmiş eserler.
    Bizim kütüphaneler bitti de orası mı kaldı diyeceksiniz belki ama 🙂
    Bu kütüphaneden istifade edenlerin “Buradaki nüshalar görülmeden yapılan çalışma tam olmaz” dediklerini işittim. Kim bilir belki yolumuz düşer 😉

    • bu kütüphanenin medhini ben de duymuştum Tuğba, görmek gerek elbette.. İnşallah taşınma vs durumlarda fazla kayıp olmamıştır.. Sağol hatırlattığın için..

  • Hadicim bir dahaki sefer gittiğimde o 12 bilgisayardan birini boş bulamazsam seni ararım haberin olsun 🙂

    Hem Gazzali’den sonra ne olmuş da biz Osmanlı’da bunun devamını arayacağız ki.. Şerh, şerhe şerh, ona da şerh, olmadı haşiye.. Suyunun suyunun suyu; artık yeni şeyler söylemek lazım cancağızım değil mi(!)

    Yazmaları temel düzeyde tanımayı sağlayacak zorunlu yazma dersleri koymalı lisans müfredatına; öğrencilerin de kütüphanelere gidip araştırma yapmaya mecbur kalacakları bir-iki de seminer.. Hiç olmazsa tanıyacaklar arasından ilgilenenlerin çıkma ihtimali yükselir.. Tabi bu akla gelen bir madde sadece; tüm bunların sağlam bir proje olarak hayata geçip meyve verebilmesi için akademinin sistemli bir şekilde keşf-i kadîm’e yönelmesi; buna dair saçma tasavvurunu bir an evvel tamir ve tadil etmesi icab ediyor herhalde..

    • “Bir mesajın battığı yer”… (“battığı” derken, elime yüzüme bulaştığı!!!)

      Hiç fenâ fikirler değil; lobi oluşturup kulis faaliyetleri yürütme gücünüz varsa, “bir yerleri” (artık “nereler”se oralar…) “esinleme”ye azm ü cezmedin; basın, bastırın, tutun, asılın, koparın… Hazır, ilâhiyat fakültelerinin müfredâtı ve öğretim düzeyi/kalitesi ile ilgili -sonuçlarını görmeden havalara uçmamam gerektiğini kendime tenbîh ve telkîn ettiğim- bir iklîm-i ferâh tesis ediliyor”muş gibi”yken, bu ve benzeri teklif ve tavsiyeleri de yüksek sesle ve ısrarla gündeme getirme(niz)de büyük faydalar olsa gerek… Qaviyyen me’mûlâ…

      Ayrıca, şu; “akademinin ‘Keşf-i Kadîm’e yönelmesi” meselesini, ve “buna dâir tasavvurunun saçmalığı” yakınmasını dile dolayıp durmak, artık bozulması gereken (?) bir ezberin, tam aksine şişirilip durması olabilir mi?… (“dayanaklı ve îtidalli bir şişirme”de her zaman fayda vardır elbette; ama “yapageldiğimiz” ve “hâlen yaptığımız” şey, bu nitelikte mi?) “Böyle bir soru” da nereden çıktı şimdi… diyenleriniz varsa; bırakalım -İstanbul başta olmak üzere- başka yerleri, sâdece kendi okudukları okulda -son yıllarda/yakın zamanlarda- yapılan işlerden bile bî haber dimekdir… [Hadi yaa!, ne(ler) yapılıyomuş ki A.Ü.İ.F.nde; atma Ömer’im, uçma Can’ım, sâkin ol kardeşim… ; hem, böyle mübhem mübhem konuşmak yirine, açık olsan da, salladıklarını biz de test etme imkânı bulsak…]

  • bence orası bir enstitü olmalı oranın akademisyenleri çeviri, transkripsiyon, tashih ve aynı basım işlerinde çalışmalı. bölüm olarak da zaten ilgili bölümler olmalı. çevirmenlik bilgi belge yönetimi, ciltçilik, tarih, ilahiyat, felsefe, edebiyat vs. hatta türkiyenin ilk sosyalbilimler fakültesi burada kurulsa ne güzel olur.

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s