Susma Hakkı


1.

Bir şarkı ile başlar her şey. Dumanlı dağlar başında nefessiz kalmak gibi bir şeydir. Başını ellerinin arasına almadan âşık olmak demektir. Önce gözleri… Hatıra gelince yanardağları buz kesen bir hava ile birliktedir. Sinsi bir soğuk, cezbeden bir alev… Gel yak beni ey aşk dedirten bir edayı soluklara mühürleyen pençe gözler… Nehirleri çağlatan, ceylanları ağlatan, aşığa bel bağlatan gözler… Sinsi değil mi a? Gözler şimdi sinsi değil mi? Bırakıp da bir an hatırdan silinmez mi?

Gider gözler… Önce gelir bağlar böyle de sonra gider, ağlar nehirler… Ondandır sel, ondandır yamaçlardan aşağı kendini salan toprakların çığlıkları, ondandır biteviye yağmurun susuzluğu…

Bitti… Gözlerin gidince ilham gitti…

Yazmıyorum.

2.

Aslında doğumunda sormalıydım: niye geldin?

Burasının soğuk, burasının vahşi, burasının derbeder olduğunu hadi bilmiyorsun diyelim. Hadi diyelim ki merak da etmedin ve geldin işte. Sormadın da ama… soru sormanı gözlerimin içine bakarken hiç düşünemiyorum. Ne zaman ayrılıyor alev gözlerin o zaman aklıma geliyor keşke sorsaydı diye. E şimdi? Ne şimdi? Ya Pazar, ya sefer. İşte geldiğim nokta bu. Suların aktığı dünyanın en derin yerine akmaktan daha ulvî bir gaye ile belki. Anlamadın mı?

Anlatayım:

Sen sustun bana baktın. Ben sustum bana baktım. İkimiz de bana baktık. Halbuki ikimiz de ayna idik, birbirimize bakmalıydık; ki kendimizi görelim. Sen hatalarıma, ben doğrularıma baktık. Sen doğrularıma, ben hatalarıma bakmalıydık. Yani suya atmalıydık iyiliği ve çöpe atmalıydık kötülüğü. Kötülük çok mu muğlak kaldı?

Biraz açayım:

Biraz gevşedik, hafif hafif esnedik. Rahattı koltuğumuz ve güzeldi müziğimiz ve tatlıydı damağımız. Sırtımız pek, altımız döşek; yer yuvarlak, gök toparlaktı. Ve bize hesap sorulmazdı. Biz ki biz idik, dere tepe düz idik ve nereden baksak öyle görüyor idik. Doğru idik, güzel idik, hoş idik. Kelime oyunları yapar susar, cümleleri hep üç nokta ile tamamlar, gerisini okuyucuya bırakır idik. Uzun değil kısa cümleler kuruyor idik ama yine satır aralarında kayboluyor idik. Bozuntuya vermeyip: Ben de inecektim zaten der idik. Çok mu yakındım?

Dur söyleyeyim:

Kocaman nehirleri durduracaktık, dağları un edip üzerine atacaktık. Hayallerimiz vardı. Susmak haramdı; bir de aşık olmak. Beterin de beteri var deyip yıldızları sayar, hayal kurardık. Hayal? Ya meyal? O da vardı. Şimdi iş nereye vardı. Gelecek diyordum… evet muhakkak gelecek ama nereye gelecek, nasıl geecek. Biz nerede, gelecek nerede. Gelecek nerede? Sahi gören var mı? Göremedin mi?

Hemen göstereyim:

Susarak konuşmak zamanı geldi herhalde. Çünkü kelimeler boğazımı yırtıyor, çok acı çok sert sözler. Ama gözler? Onlar yumuşak, onlar acıya alışık. Onlar söylesinler. Evet onlar söylesinler. Bırakalım söylesinler. İsterler şimdi söylesinler, ister sonra söylesinler. Söylesinler. Çok mu konuştum?

Biliyorum, bak susuyorum.


∗ Yasin RAMAZAN



3 comments

  • son paragrafa diyeceğim yok. fakat pehlivanlıkta bile şampiyonluk bu kadar basit olmasa
    gerek.
    iyi sistematize edilmiş görüşleri ikiye ayırsam birine kabule layık görüşler diğerine
    eleştiriye şayan görüşler derdim. yani bir eleştiri olumlu yönde de olumsuz yönde de olsa
    kârlı olan düşünürdür. fakat bu işin de bir ahlakı olduğunu yukarıdaki yazı çok güzel açıklamış. eline sağlık.

  • unutmak istediğim ne varsa hatırlattın. ilk kez güzel bir yazı hakkında iyi
    bir şeyler yazmaya çalışmayacağım. çünkü bu yazı yüzünden canım yanıyor.
    sebebini sormandan da bir ayrı korkuyorum.

Submit a comment

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s